Devlet-Millet-Milliyetçilik-Kimlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Devlet-Millet-Milliyetçilik-Kimlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2022

Okul Törenleri... Bir Kepçe Milliyetçi Söylem ve Koca Bir Tencere Hamaset

 Dilara Kahyaoğlu


Şimdiki törenler, eskilerden farklı mıdır? 


Küçükken yaşadığınız okul törenlerini hatırlıyor musunuz? Hani özellikle şu milli günler ve haftalarda yapılanları… 29 Ekim, 23 Nisan, 19 mayıs gibi… Şimdikinden farklı mıydı?

 

Şimdilerde başka türlü bir gidişat var gibi geliyor bana…

 

Aslında geçmişten bugüne yapılan nedir / neydi: Üç yemek kaşığı şiir, bir tatlı kaşığı konuşma, bir tutam müzik ve bir kepçe milliyetçi söylem…

 

Diyelim ki “cumhuriyet bayramı” kutlanacak, adı üstünde: “CUMHURİYET”… Dikkatli bir izleyici biraz düşünürse; 19 Mayıs’ta da, 23 Nisan’da da, 29 Ekim’de de özü itibariyle benzer şeylerin yapıldığını görür. Törene katılanlar her zaman duydukları ve artık ezberledikleri aynı şiirleri duyar, aynı müzikleri dinler, aynı konuşmalara tanık olurlar. Hamaset kaplamıştır her tarafı, koca bir tencere hamaset…

 

Bir ara bir moda çıkmıştı. Moda diyorum ama hala devam ediyor bu alışkanlık. Nereden geldi, kimin icadıdır bilmiyorum.

27 Aralık 2019

Bir Komplo Teorisinin Analizi: Türk Piramidi Değil, İmparator Wudi'nin Mozolesi

Dilara Kahyaoğlu
2019 Kasım


[Yazıyı sade, dolayısıyla rahat okunur kılmak için açıklamaları ve kaynakları; dipnotlarda gösterdim. Lütfen onlara bakmayı ihmal etmeyiniz. Kanıtları orada topladım.]




"Komplo teorisyenlerinin belli bir piramitten ziyade piramit fikrine sarıldığını unutmayalım. Aslında hiç var olmayan bir piramit efsanesine bel bağlamış durumdalar."

Beyaz Piramit de denilen İmparator Wu'nun anıtsal mezarı

Uzunca bir müddettir Çin'in Xi'an (Şian) bölgesinde bulunan, insanlar tarafından yapıldığı bilinen büyük bir tepe için; İnternet aracılığıyla büyüyen buranın eski Türklere ait bir piramit olduğu hatta bu bölgede çok sayıda Türk piramidi olduğu iddialarını[1] duymuş olabilirsiniz. Saptayabildiğim kadarıyla bu söylenceyi ilk başlatan Kazım Mirşan[2] isminde bir kişi.

Bunları ilk okuduğumda biraz araştırma yaparak bu iddiaların bir komplo teorisi[3] olduğu sonucuna varmış, dünya tarihi derslerimde; Çin, Orta Asya ve Türklere de değinildiği için bu konu üzerinde çalışmıştım  çünkü çeşitli komplo teorilerini  gündeme getiren, soru soran öğrenciler her zaman bulunur.[4] Daha sonra "uygarlıklar tarihi" kaynak kitabının Çin bölümünü yazarken de araştırmış ama buna ayrı bir sayfa ayırmayı gerekli görmemiştim.[5] Yine de komplo teorilerine dikkat çekmek istediğim her durumda, verdiğim örneklerden biri de bu olmuştur. Daha çok örnek var ama bu, en çarpıcı en saçma olanlardan biridir. 

O zamandan beri, doğruluğu kesinlikle yadsınamaz karşı-kanıtlara rağmen bu iddiaların hala var olduğunu görmek aslında şaşırtıcı değil. Evet, şaşırtıcı değil çünkü bir kesim insan sadece bu tip yazılar okuyor -ve ne yazık ki tarih okuduklarını, tarihi bildiklerini düşünüyorlar-  ve bu tür iddialara inanma ihtiyacı içindeler. Bunun en önemli nedeni milliyetçilik.[6] Geçmişten günümüze kadar ulaşmış bazı kalıntı ve eserleri, uygun mitlere bağlayarak, bilinmeyen bir zamanda var olmuş bir altın çağ yaratma ihtiyacı bu türden pseudo bilimlerin[7] yolunu açtı, açmaya da devam edecek. Bu sadece bizim topraklara  (burada Türkler kastediliyor) özgü bir durum değil. Her etnik grupta, her ulusta görülebilen  saptırmalar bunlar.

Uluslaşma sürecine girmiş etnik grupların, halkların hemen hemen hepsinde; kendi halklarının geçmişini büyük bir uygarlığa dayandırma, büyük bir uygarlık yaratmış atalarla bağlantılı bir ulus olduklarına inanma ve çevrelerini özellikle rakiplerini buna inandırma, ihtiyacı var. Bu "biz"i,  günümüzün kavramıyla söylersek; "ulus"u yaratma araçlarından biri hatta en belirgin, en kullanışlı olanı.[8] Arkeolojik kazıların ve o güne kadar görülmemiş olağanüstü eserlerin ortaya çıkarılmasıyla birlikte özellikle 19. yüzyılda birçok ulus-devletin buna başvurduğunu hatta bu yüzden arkeolojik araştırmaları kendi geçmişlerinin "icat" edilmesini kolaylaştıran eserlere ve zamana dönük yaptıklarını, diğerlerini ihmal ettiklerini biliyoruz.

25 Mart 2019

Çocukların Bilgeliği: "Biz Kimiz?"




Tolstoy, 191O'daki ölümüyle yarıda kalan son çalışması Çocukların Bilgeliğinde   çocukları çeşitli konular hakkında konuşturur. Diyaloglardan biri  "Anavatan: Devlet" üzerinedir ve ikisi Rus, biri Alman üç çocuk konuşmaktadır:





KARLHEN ŞMİT [9 yaşında]: Prusyamız, Rusların  bizden toprak almasına izin vermeyecek!

PETYA ORLOV [10 yaşında]: Biz de diyoruz ki, önce biz fethettiğimize göre toprak bize ait.

MAŞA ORLOVA [8 yaşında]: "Biz" kimiz?

PETYA: Sen daha çocuksun anlamazsın . "Biz" ülkemizin halkı demek

KARLHEN: Her yerde böyledir   Bazı insanlar bir ülkeye  bazıları da diğerine aittir.

MAŞA: Ben kime aitim?

PETYA: Rusya'ya, hepimiz gibi.

MAŞA: Ama ya istemezsem?

04 Mart 2019

Dolmabahçe Sarayı'nı bir de bu gözle gezelim...

Dilara Kahyaoğlu

Fındıklıdan Saray'a bakış..
Sanatçı: Pascal Sebah (1823-1886)
Bu fotoğraf önemli. Bugün ortadan kalkmış olan saraya ait yapılar burada görülüyor ve sarayın yapıldığı dönemde nasıl bir peyzajın hakim olduğuna dair fikir ediniyoruz.

Anadolu'nun ve Balkanların; Türk-İslam dönemine ait saray ve yönetim mekanlarının, kamusal binalarının çoğu günümüze erişmemiştir. Örneğin Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemi saraylarından -istisnalar olmakla birlikte- geriye yalnızca arkeolojik kalıntılar ve yıkıntılar kalmıştır. Erken Osmanlı Döneminde Bursa, Edirne ve Fatih'in; Fetih'ten sonra İstanbul'da yaptırdığı ilk saray olan Eski Saray, belgelerden bildiğimiz; Filibe, Dimetoka, Manisa ve Üsküdar saraylarından çok küçük kalıntılar kalmıştır. Bu sarayların mimari özelliklerini, görünümlerini yazılı ve minyatür, gravür gibi görsel belgelerden öğreniyoruz.

Sağlam bir şekilde günümüze ulaşan saray, yazlık saray ve kasrların çoğu 19. yüzyılda yapılmış binalardır. Topkapı Sarayı gibi daha eski olup da günümüze kadar ulaşan binaların çoğunda zaman içinde büyük değişiklikler yapıldığını da hatırlamak gerekir.
1. Hazine Kapı'dan Saraya Giriş: Saat Kulesi'nin bulunduğu alandan...
Hazine Kapı
Sarayın dışa dönük kısmında bulunan bezemeli demirdöküm kapı kanatlarının her birinin ağırlığı 3 tondur.
Kapının üstündeki tuğranın altında 1853 tarihi bulunmaktadır.
1848 yılında yapımına başlanan saray 1856 yılında tamamlanmıştır. Bu tarih aynı zamanda Islahat Fermanının da ilan edildiği tarihtir. Yurt dışından ilk borcun da 1854 yılında alındığını hatırlayalım. Çoğu tarihçi/yazar bu borcun nedeninin Dolmabahçe Sarayı'na yapılan masraflar olduğunu öne sürmüştür. Örneğin Kuban bu konuya şöyle değinmiştir: "Abdülmecit'in Dolmabahçe Sarayı, başlayan yeni dönemin anıtsal bir jestidir. Saray çok pahalıya mal olmuş ve Kırım Savaşı sırasında (1853-56) Avrupalı bankerlerden alınan büyük miktardaki yabancı borçlarla tefriş (döşenmiş) edilmiştir." [Kuban 369]

09 Ocak 2019

Yakın Tarih: 1970'lerde Türkiye'de Siyasi Durum

Dilara Kahyaoğlu
2018


Türkiye, 70'lerin ortalarından (1974) silahlı kuvvetlerin darbeyle iktidara geldiği 12 Eylül 1980'e kadar çok yoğun şiddet olaylarına sahne oldu. Kaos durumunun hakim olduğu, can güvenliğinin tamamen ortadan kalktığı, şiddetin her gün artarak tırmandığı, binlerce ölümün, yaralanmanın olduğu o dönemi düşük yoğunluklu iç savaş olarak isimlendirmek yerinde olacaktır.

12 Mart Biterken ve Dönüm Noktası Olarak 1974 Yılı
Neden 1974? Hatırlayalım[1] Ecevit başkanlığındaki CHP 1973 (14 Ekim 1973) seçimlerinde görece olağanüstü başarı göstererek hükumet kurma şansını yakalamıştı. Ama bu başarı tek başına hükumet kurmasına yetecek bir başarı da değildi[2]. Ecevit, MSP (Erbakan genel başkandı) ile anlaşarak ilk koalisyon hükumetini kurdu ve 26 Ocak 1974'te cumhurbaşkanınca onaylanarak göreve başladı.  Yalnız, meşhur bir deyişle söylersek;  CHP hükumet olmuştu ama iktidar olamamıştı. [3]

21 Kasım 2018

Göç, Göçebelik, Sınıflar, Demokrasi vb. Üzerine Tartışma

Dilara Kahyaoğlu
1998-2018



Kaynak*
Bozkır savaşçı göçebelerinin ve **diğer savaşçı toplulukların; çıkış noktaları (anayurt),
göçleri,  yayılış yönleri
**Sadece, Keltler, Medler, İskitler, Masagetler (İranlı bir halk) bu haritada gösterilmiştir.
Önce şu soruyla başlayalım: Eski Türklerin göçebe bir yaşam tarzını benimsediklerinden sürekli olarak bahsettik. Ama Göç ile Göçebelik aynı şey mi?

1. Göç; “Kişinin yeni koşullara daha iyi uyum sağlayabilmek amacıyla ya da doğal, ekonomik, siyasal vb. zorunluluklar sonucunda yaşadığı topluluğu değiştirmesi” olarak tanımlanır. Göçü öteki toplumsal yer değiştirmelerden ayıran başlıca ölçüt göç edenin eski toplumsal ilişkilerini değiştirmesi, yeni yerleşim yerinde, yeni toplumsal ilişkiler kurmasıdır. Bu nedenle kısa süreli ve mevsimlik yer değiştirmeler göç sayılmaz.

İnsanlık, çağlar boyunca çeşitli göçlere tanık olmuştur, örneğin;
*Avcı ve toplayıcı toplumların göçleri; Özellikle tarihin ilk dönemlerinde insanlar, yiyecek bulmak için, daha çok da av hayvanlarının peşinden, dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır.
*Denizci toplumların göçleri; Özellikle Akdeniz havzasında Yunanlıların, Fenikelilerin göçleri ve gittikleri yerlerde koloniler kurmaları.
*Göçebe otlatıcıların göçleri; Avrasya Bozkırları, Afrika, Orta Doğu Savanları’nda görülen göç hareketleridir. Bu kesimin özellikle tarımla uğraşan toplumlara karşı askeri üstünlükleri vardır.
*12. yüzyıldaki Dor, Frig, Aka göçleri
* MS 4.yüzyılda görülen Kavimler Göçü
*Yeniçağ'da Amerika kıt'asına yapılan büyük göçler vb.

16 Kasım 2018

Eski Türk Tarihiyle İlgili Tarihçilik Sorunları

Dilara Kahyaoğlu
1999-2018

1240 yılında Moğollar tarafında yapılan Kiev şehrinin kuşatılmasından temsili
bir resim. Ortada duran kubbe şeklindeki devasa eşya komuta eden kişinin obasıdır.
Seyyar olarak savaş meydanına kadar getiriliyor ve karargah görevi de görüyordu.
Savaşçı göçebeler tahmin edilebileceği gibi bozkır yaşantısına uygun bir siyasi örgütlenme geliştirmişlerdi. Bir boyun kuvvetli bir şef önderliğinde diğer boyları kendisine bağlaması şeklinde ortaya çıkan bu siyasi yapılanmaya genellikle “Boylar Birliği” veya “Boylar Konfederasyonu” denmektedir. Bu tür bir örgütlenme hızla bir araya gelmeyi kolaylaştırdığı gibi hızla dağılmayı da kolaylaştırdığından eski Türk [1] kabile birliklerinin de çok çabuk dağıldığını biliyoruz.

Bu konuyla ilgili bazı sorunlarımız var. Öncelikle şu noktayı açalım:
1. Türklerde “tüm ülke hükümdar ailesinin ortak malı” idi, ders kitaplarında bu konu “Veraset Sistemi” [2] olarak geçer. Ülke toprakları derken kastedilen şey boylar birliğinin hakim olduğu sınırları çok belirgin olmayan alanlardır. Burada esas sorun “toprağın mülkiyeti kimindir?” sorunu değildir. Sorun, bu toprakları “kimin yöneteceği, kimin önderlik edeceği?” sorunudur. Ülke topraklarının tüm aileye ait olmasının anlamı hükümdar öldüğü zaman ortaya çıkar çünkü ölen hükümdarın yerine ailenin tüm erkek üyelerinin ülkeyi yönetme hakkı vardır. Bir daha tekrarlamak pahasına; “hükümdar ölünce kimin başa geçeceği belli değildir!”.

25 Ekim 2018

Orta Asya'dan Göçler Üzerine...

Dilara Kahyaoğlu 1998

Orta Asya'dan ilk göçleri (?) gösteren harita

Göç nedenlerini genellersek, her yerde aşağı yukarı benzer nedenlerin olduğunu görürüz. Banlar:
*İklimde meydana gelen değişiklikler sonucu, anayurt alanının, yaşamı devam ettirecek özelliklerini yitirmesi
*Nüfus artışı sonucu temel maddelerin dağılımında daralma yaşanması
*Hayvan hastalıkları sonucu yiyecek kıtlığının baş göstermesi
*Göçebe boyları arasındaki siyasi anlaşmazlıklar (daha çok savaşçı göçebelere özgü bir durum)
*Dış baskılar sonucu yerlerinden sürülen grupların başka alanlara yönelmesi
*Yeni ülkeler fethetme, yeni yurt arayışları (bu şık elbette ki diğerlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar) ...

24 Ekim 2018

Yerleşik–Göçebe Çatışmasında Savunma ve Saldırı Stratejileri

Dilara Kahyaoğlu
1998
Avrasya bozkır kuşağı 
Önce belli başlı noktaları gözden geçirelim:

*Göçebeydiler, Konar-Göçer bir yaşantı sürüyorlardı. Yaşamları ata bağlı olduğu için bu yaşam tarzlarına “Atlı Göçebe Kültür" de denmiştir.

*Hayvancılık ile uğraştıklarından “Çoban Toplum" isimlendirilmesi de verilmiştir. Zaten hayvancılık göçebe toplumların en önemli geçim kaynaklarından biridir.

08 Ağustos 2018

Çalışma: Türk ve Türkiye İsmini Tartışmak

Dilara Kahyaoğlu
1998


Birinci Dünya Savaşını gösteren bu haritada Osmanlı  değil,
 (Ottoman) Türkiye ismi kullanılmış.
                                                          
SORU: Bunun nedenleri üzerinde tartışınız.



TÜRK ADI ÜZERİNE..
Türk kelimesinin anlamını bulmaya çalışan birçok araştırmacı veya yazardan bazılarının yorumu şunlardır: 
Wamberly, 1879’da Türk kelimesinin anlamını, “Türemek” olarak açıklarken; 
Kaşgarlı Mahmut, Divanı Lügat it Türk adlı eserinde Türk kelimesinin anlamını, “Olgunluk çağı” olarak ifade etmiş; 
Ziya Gökalp ise “Töreli” anlamına geldiğini belirtmiştir.

Türk adı, Orhun kitabelerinde, iki heceli bir şekilde “Türük” olarak geçer. Bu kelime zamanla tek heceli Türk kelimesine dönüşmüştür.

Görüldüğü gibi Türk kelimesinin anlamı konusunda ortak bir görüş yoktur. Ama bir çok yazar, başlangıçta sadece bir boyun ismi olan Türk kelimesinin, Göktürkler zamanından başlayarak, tüm “budun”un adı olarak kabul edilmiş ve böylece yerleşmiş olduğunu düşünür.

01 Mayıs 2018

Kimlik Penceresinden Eski Türk Toplumlarına Genel Bir Bakış

Dilara Kahyaoğlu
1998
Raşid Al-Din'in (Reşidüddin) Câmi'u’t-tevârîħ’indeki minyatürde
Cengiz Han'ın Pekin'i fethedişi betimlenmiş.
Cengiz Han en büyük ve sonuncu bozkır imparatorluğunu kurmuştu.
Ardılları zamanında imparatorluk bölündü ve yerelleşerek bozkır imparatorluğu olma özelliğini kaybetti. 
Eski Türk toplumları göçebe/savaşçı bir yaşam tarzını benimsemiş topluluklardı. “Göçebe/Savaşçı” terimleri ile ne anlatmak istediğimizi kısaca özetlemeye çalışalım çünkü bu sorun ileri ki konularda daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.

Boylar (kabileler, aşiretler) halinde Orta Asya bozkırlarında yaşamakta olan Türkler bozkır ikliminin geçerli olduğu o iklim koşullarında yerleşik bir yaşam sürdürme şansına sahip değillerdi.

Bu durum onları avcılık, sınır ticareti ve yağmacılık türünden geçim kaynakları yaratmaya itmiş ve çok geniş bir alanda dağınık bir yerleşime sahip görünen bu boylar, zaman zaman güçlü bir hakanın ve/veya boyun egemeliği altına girerek “bozkır imparatorlukları” veya daha klasik bir söyleyişle “boylar Konfederasyonu” dediğimiz “kabileler birliğini”, “boylar birliği”ni oluşturmuşlardır.

21 Nisan 2018

İnsanlar Ulusal Bir Kimliğe Sahip Değilken Kendilerini Nasıl Tanımlıyorlardı?

Dilara Kahyaoğlu
1998
Mazzini'nin dergisini okuduğu için kurşuna dizilen yurttaşlar

Milli kimlik kavramından önce insanların kimliklerini belirleyen kaynaklar aile, aşiret, soy veya dindi.

Bu yüzden geleneksel toplum ve topluluklarda kimlik bir sorun değildi. Hemen herkes, herkesin kim olduğunu bilirdi. Herkesin kim olduğunu töreler belirlerdi, insanlar hangi kimliklerle doğmuşsa, çevrelerinden de doğal bir şekilde kabul görürdü.

Ulusal devletler kimliğini arayan geleneksel topluluklardan oluşan kendi halklarına “ulusal bir kimlik” verdiler. Sen artık “şu”sun dediler. Toplumun bu ulusal kimliği içine sindirmesini ona sahip çıkmasını beklediler. Yurttaşlık ahlakı bunu gerektiriyordu. İşte bu aşamada geleneksel bir topluluğa milli devlet tarafından verilen “resmi kimlik” topluluğun aradığı geleneksel kimlik ile uyuşmuyorsa kimlik sorunu da kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Bu anlamda bütün ulusal devletler şu ya da bu ölçüde kimlik sorunu yaşamıştır. “Ben kimim?” sorusuna kişinin veya toplumun verdiği yanıt, ondan beklenen yanıttan farklı ise toplumlarda kimlik bunalımı ortaya çıkar. Örneğin kişinin kendi değerler sıralaması içinde öne çıkarttığı kimlik “Müslümanlık” iken ondan beklenen yanıt “Türküm” demesi ise burada bir çelişki ve bunun arkasından gelen bir kimlik bunalımı var demektir.

19 Nisan 2018

Bir Ulus Nasıl Yaratılır?


Dilara Kahyaoğlu
1998
Görselin kaynağı
ABD Anayasasının kabulünü ve ilanının gösteren bir resim
Amerikan kolonicileri anayasal devrimle birlikte ABD ulusunu yaratmaya çalışıyor.

[Aynı metin başka bir başlık altında da var. Bir kaç metinde daha aynı sorun var çünkü aynı ders notlarından bazı metinleri daha önceden yayımlamıştım. Onları siteden kaldırmak yerine - linkleri öldürür ve izleyenler o metinleri artık sabit bir veri olarak kabul edeceğinden-  ders notlarının yazılış sırasına uygun olarak yüklemeye devam etmeyi tercih ettim. Yalnız bu sefer çoğuna; metnin neyle ilgili olduğu ilk bakışta anlaşılsın diye uygun yeni başlıklar yazdım.] 

Milliyetçiliğin ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı konusunda farklı görüşler vardır. Bir çok yazar “miliyetçiliği” yukarıda anlattığımız milli devletlerin ortaya çıkış süreci ile birlikte düşünmek eğilimindedir.

17 Nisan 2018

Milli Devletlerin Doğuşu ve Millet Nedir?

Dilara Kahyaoğlu
1998
Münster Antlaşması'nın Onaylanması, 15 Mayıs 1648 
Ulus devlet kavramının doğduğu Vestfalya Antlaşmasını doğuran 
antlaşmalardan biri..
Fransız İhtilali kapitalist ekonomi ve toplumun geliştiği dönemde patlak veren bir devrimdir. Eski rejimden bir şey beklemeyen ve önünde bir engel olarak gören burjuva sınıfı, köylüler ve hatta bazı soylularla da işbirliği yaparak büyük bir ihtilal gerçekleştirir. Nihai amaç mutlakiyeti ortadan kaldırmak ve yeni gelişmekte olan pazar ekonomisinin önündeki geleneksel ve yasal engelleri ortadan kaldırmak için iktidarı ele geçirmektir (bu devrimin tek bir amacı olduğu düşünülemez).

Gerçekte burjuva sınıfı Avrupa’da 11. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Başlangıçta kentlilerin ayrıcalıklı durumuna işaret eden bu kavram, feodal dönemde köylüler ile soylular arasındaki bir ara tabakaydı. Başlangıçta kentli, geçim olanaklarını kendi kendilerine yaratan özerk bir sınıfın adıydı. Fransız devrimi öncesi (şimdi de) burjuvazi hiç de bütünleşmiş bir tabaka değildi. En altta küçük esnaf ortada serbest meslek sahipleri (doktorlar, avukatlar gibi), en yukarıda ise büyük tüccarlar ve sanayiciler bulunurdu.

14 Nisan 2018

Kimlik - Ben/Biz, Kimim/Kimiz?

Dilara Kahyaoğlu
1998
Kaynak
Türkçe “kimlik” kavramı oldukça yenidir. Eskiden Osmanlıca “hüviyet” denirdi. Hüviyet anlamında kimlik sözcüğü bugün de vardır, -kimliğiniz? diye sorulduğunda, hüviyet cüzdanımızı çıkartıp gösterir ve kendimizi tanıtırız.

Hepimizin hüviyet cüzdanında yazan bir adı, hangi aileye ait veya dahil olduğumuzun belirtisi olarak taşıdığımız bir soyadı ve cinsiyetimizi belirten bir hane, doğar doğmaz edindiğimiz kimliğimize dair işaretlerdir. Bilindiği gibi bazı devletlerde, kişinin hangi dine veya mezhebe mensup olunduğu bile yazılır.

Bazı kimlikleri de toplum içindeki rollerimize göre sonradan kazanırız. Anne olmak, öğrenci olmak, Galatasaraylı olmak, yönetici olmak gibi.

11 Nisan 2018

Eski İç Asya Topluluklarında Siyasi, Sosyal ve Ekonomik İlişkiler

Dilara Kahyaoğlu
1998
Hunların İtalya'ya gelişi. Hunların birliği de bir konfederasyondu.
Bu birlik; Slavlar ve Germenler dahil her çeşit etnik grubu barındırıyordu.
Orta Asya steplerinde özgürce at koşturan klanlar/kabileler; esas olarak ekonomik yaşantılarının ortaklığı zemininde, tarihlendiremeyeceğimiz kadar erken bir dönemde, farklı etnik grupların bir karışımını oluşturmuşlardır. Bu faktörlerin önem açısından birinci sırada geleni hiç şüphesiz, sık sık tekrarladığımız gibi, ekonomik yaşantılarının ortaklığıdır. Ancak bu ortaklığı tanımlayabilmemiz için önce bazı başka açıklamalara ihtiyacımız olduğundan, etnisitenin karışmasında etkili olan faktörleri kolaydan zora doğru açıklamaya çalışalım.

08 Nisan 2018

“Türk” Adı ve Millet Kavramı

Dilara Kahyaoğlu
1998
Kaşgarlı Mahmud'un Türkçe yazılmış  Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eserinden yer alan dünya haritası

Daha önceden de benzer bir harita paylaşmıştım.
Orada çeviren ve çizenlerin isimleri var.
Bu haritanın ise çizen ve çevirenleri belli değil.

Mahmud ismi eski Türkçe "d" ile yeni Türkçe'de "t" ile yazılıyor.
Kural gereği Türkçe'de kelimeler "b, c, d, g" harfleri ile bitemez.
Üzerine tıklayarak büyütünüz.

“Türk” adına ilk rastladığımız yer MÖ 3. yüzyıl’a ait Çin kaynaklarıdır. Burada “Türk”ün bir kavime verilen addan çok, “cesur, yiğit” anlamına gelen bir sıfat olduğu bilinmektedir. Önce Orta Asya kavimlerinin doğu komşusu Çin’in bu adı kullandığı daha sonra da kavimler batıya ilerledikçe batıdaki diğer yerleşik uygarlık merkezlerinde tutulan kayıtlarda, örneğin İran ve Bizans kayıtlarında Türk adının geçtiği bilinmektedir.

06 Nisan 2018

Eski İç Asya Toplulukları Hakkındaki Bilgileri Nerelerden Öğreniyoruz?

Dilara Kahyaoğlu
1998
Önemli kaynaklardan biri
Macarcadan çeviren Sadrettin Karatay
Orta Asya Neresidir?

İç Asya adı da verilen Orta Asya, en geniş şekliyle doğudan batıya Baykal Gölü ile Ural Dağları; Güneyde Altay Dağları, Balkaş Gölü-Aral Gölü arasında kalan bölgedir. Bölge tarıma elverişli olmayan steplerle (bozkır) kaplıdır.

Orta Asya’nın bizim tarafımızdan bilinen tarihi, MÖ 1000’li yıllara kadar gitmektedir. Günümüzden üç bin yıl öncesinde, herhangi bir yerleşik uygarlığın bulunmadığı bu bölgede, çok çeşitli kavimlerin birbirleriyle sık sık yağma savaşlarına girişen göçebe çoban toplulukları olarak yaşadıkları bilinmektedir. Bu topluluklara kavim adı verilmektedir.

Eski Orta Asya Toplulukları Hakkındaki Bilgileri Nerelerden Öğreniyoruz?
Moğollar, Slavlar, Samoyedler, Tunguzlar, Kırgızlar burada yaşadığı bilinen göçebe kavimlerden bazılarıdır. Bölgede yaşayan kavimler hakkındaki en eski bilgilerimizi, yerleşik ve gelişmiş (yazıya sahip) bir uygarlığa sahip olan sınır komşusu Çin kaynaklarına borçluyuz. Kavimler batıya doğru hareket ettikçe, başta İran, Roma ve Bizans  olmak üzere diğer yerleşik ve gelişmiş  Ön Asya/Anadolu ve sonra Avrupa  uygarlıklarıyla karşı karşıya gelecekler ve onların kayıtlarında da yer alacaklardır dolayısıyla daha geç dönem hakkındaki bilgilerimizi de bu kaynaklara borçluyuz.

05 Nisan 2018

Yerleşikler ve Göçebeler Giriş

Dilara Kahyaoğlu
2005
Altın Kartal Festivali, Moğalistan
Festival için giydikleri savaşçı/avcı giysileri eski nesilleri örnek almaya devam ediyor.
Ellerinde av için özel olarak eğitmiş oldukları kartallar var..
Atlar, belgelerde bahsedildiği gibi küçük ama kuvvetli, bozkır hayatına uygun.
http://photosmongolia.com/event/golden-eagle-festival-mongolia-2018/
Şimdiye kadar yapılan araştırmalar insanların yeryüzünde –belli başlı- avcı-toplayıcı (göçebe/nomad) toplum, tarım toplumu (yerleşik) ve sanayi toplumu (yerleşik) olarak üç farklı tür ekonomik ve toplumsal sistem kurduğunu göstermektedir.

Avcı-toplayıcılar, aralarında kan bağı bulunan veya bulunduğunu kabul eden, kabileler halinde yaşayan, daha çok doğada bulduklarıyla yaşantılarını sürdüren toplumlardır. Yaşadıkları bölgede toplanacak veya avlanacak bir şeyler kalmayınca başka bölgelere göç ederler. Savaşçı göçebe toplulukları ise bu kategoride yer alsalar bile ayrıca incelemek gerekir.