14 Nisan 2018

Kimlik - Ben/Biz, Kimim/Kimiz?

Dilara Kahyaoğlu
1998
Kaynak
Türkçe “kimlik” kavramı oldukça yenidir. Eskiden Osmanlıca “hüviyet” denirdi. Hüviyet anlamında kimlik sözcüğü bugün de vardır, -kimliğiniz? diye sorulduğunda, hüviyet cüzdanımızı çıkartıp gösterir ve kendimizi tanıtırız.

Hepimizin hüviyet cüzdanında yazan bir adı, hangi aileye ait veya dahil olduğumuzun belirtisi olarak taşıdığımız bir soyadı ve cinsiyetimizi belirten bir hane, doğar doğmaz edindiğimiz kimliğimize dair işaretlerdir. Bilindiği gibi bazı devletlerde, kişinin hangi dine veya mezhebe mensup olunduğu bile yazılır.

Bazı kimlikleri de toplum içindeki rollerimize göre sonradan kazanırız. Anne olmak, öğrenci olmak, Galatasaraylı olmak, yönetici olmak gibi.


Kimlik, kişinin içinde yaşadığı çeşitli gruplarla olan ilişkilerini ve bu gruplara karşı olan görev, hak ve bağlılık derecelerini belirler. Kişinin ve toplulukların varlıklarını savunmaları, gelişmeleri ancak bu hak ve bağlılıklar aracılığı ile yaratılabilen kişiler arası beraberlik ve dayanışma ile sağlanabilir. Bu yüzden kişilerin kimliklerine bağlı kalarak onlara üstün değer vermeleri, onlar uğruna kendilerini feda etmeleri çok sık görülen bir olgudur.

Kişiler sahip olduğu tüm bu kimlikleri onlara verdikleri değere göre hiyerarşik bir sıralamaya sokarlar. Zamanla veya çeşitli nedenlerle değerini kaybetmiş olan kimlik unutulur, söylenmez bazende bilinçli olarak inkar edilir.

Kimlik terimi, Fransız devriminden sonra ortaya çıkan milli devlet anlayışı ile beraber tartışma alanına girmiştir. Tarihsel süreç açısından baktığımızda “milli kimlik” sonradan ortaya çıkmış/ modern bir kimliktir. “Yurttaş ” kimliği de bu türden kimliğe örnek olarak gösterilebilir.


OKUMA VE ÇALIŞMA
Ben, Biz, Onlar 
(…) İnsan, dünyaya, birey olarak doğar; öte yandan, şimdiye kadarki bütün tarihin kanıtladığı gibi, toplumsal bir varlıktır, her şeyini borçlu olduğu toplumdan ayrı var olamaz. Her “ben” böylece, şu ya da bu biçimde örgütlenmiş ve tanımlanmış bir “biz” grubunun üyesi olur.

“Ben”i bir “biz”in üyesi haline getirmenin en doğal ve dolaysız yolu dildir. Böylece, aynı dili konuşan insanlar, yani sonuçta bir “millet”, oldukça doğal ve organik görünen bir “topluluk” yaratır. Şüphesiz bunun içinde de bir çok ayrım vardır; aynı şehirden, aynı semtten olanlar, aynı okuldan veya aynı takımdan olanlar, aynı meslekten veya aynı görüşten, inançtan olanlar gibi. Bunların her biri zaman ve koşullara göre “biz” haline gelip aynı millet içinde, ama kendi dışında kalanları “onlar” haline getirebilir.

“Biz” ve “Onlar” ilişkisi, belirli bir gerilim taşıyan ilişkidir. Her zaman, içinde bir çatışma potansiyeli barındırır. Bu potansiyelin hangi dereceye kadar gerçekleşebileceği son analizde, bütün bu “biz”leri içine alan toplumsal bütünün “çatışma kültürü”ne bağlı bir şeydir. (Hatta, belki “toplumsal bütün”de, “son analizde” nitelemesi için yeterli değildir. “Son analizde” gibi bir nitelemeyi belki de “dünya” için saklamalıyız. Ama “toplumsal bütün” ya da *“toplumsal formasyon” bugünün koşullarında hala oldukça anlamlı bir birim.) Toplumda bu kültür önemli dozda “şiddet” ögesi barındırıyorsa, “biz”ler arasında çıkacak çatışmaların şiddet oranının yükselmesi de doğaldır.

“Çatışma kültürü” dediğim şey de sonunda bir soyutlamadır, elbette. En azından kendi başına bir varlık değil, bir bileşke. Örneğin, verili bir toplumda var olan “korku”, “kaygı” “güvensizlik” gibi duyguların ve psikolojik yapılanmaların dozu da orada olabilecek çatışmaların niteliğinde belirleyici rol oynar, yani “çatışma kültürü” dediğim bileşkenin ögesidir.

Fakat bir toplumsal formasyon içindeki bütün ayrı ayrı “biz”ler, genellikle, tek bir büyük “biz” halinde bir araya gelir ve bu biçimiyle başka toplumsal formasyonlar (kural olarak, “milletler”) karşısında kimliğini edinir. Dolayısıyla, öbürleri “onlar” olur. Bu “biz”le “onlar” arasında olması istenen ya da olabileceği varsayılan ilişki o toplumun “çatışma” kültürü”nün önemli belirleyicilerinden biridir.

İnsan toplumsal yaşamak zorunda bir varlık olduğuna göre, toplumlar ve topluluklar birlikte yaşamayı kolaylaştıracak çeşitli kurallar ve değerler üretirler. Özellikle elle tutulmaz değerlerin “biz”lik ruhunu yaşatacak, teşvik edecek, diri tutacak özellikte olması önemlidir. Bunun oluşumu aslında büyük ölçüde kendiliğinden, “yapıcı özne”- leri olmayan bir süreçtir. En genel anlamda eğitimin elle tutulur ve tutulmaz kurumları çerçevesinde ortaya çıkan pratiğe göre belirlenir. Dolayısıyla “biz” in kendini tanımlamakta başvurduğu kavramlar, değerler de; gene toplumsal formasyonun genel kültürü ve ideolojisiyle yakından ilgilidir. (…)

Murat Belge, Türkiye Dünyanın Neresinde, say; 150-152 


SORULARLA ANALİZ ETME VE TARTIŞMA
*Toplumsal formasyon; Ekonomik, politik, ideolojik ve teorik bir dizi pratiğin oluşturduğu bütün.

*İnsan, neden “toplumsal bir varlık” olarak nitelendirilmektedir?

*Dilin, insanları birleştirmede nasıl, neden, bir rolü vardır?

*Dilin dışında “biz”i,  “biz” yapan ögeler neler olabilir, yani dil dışında bizi birleştiren diğer unsurlar neler olabilir?

*”Biz” ve “onlar” ikilemi hangi koşullarda ortaya çıkmaktadır?

"Biz" ve "onlar" ikilemi neden gerilim taşıyan bir ikilemdir?

*Yazarın “çatışma kültürü” kavramı ile anlatmak istediği mesele nedir?

*"Biz” ve “onlar” ilişkisi oluşurken, toplumdaki “çatışma kültürü”, bu süreçte nasıl bir rol oynamaktadır?

*Toplumda (örneğin kendi toplumumuzda) “biz”i,  “biz” yapmak, “biz” duygusunu oluşturmak, teşvik etmek, “biz”i ayakta tutmak için, ne gibi değerler kullanılmaktadır?

*Bu değerlerin toplum içindeki kaynakları neler olabilir, yani bu değerler nerelerden üremekte ve beslenmektedir?

*Bu değerler toplumdan topluma farklılık gösterir mi?

***
Ve bkz.


Bu metin, 1998 yılında bir bölümünü yazdığım "Genel Türk Tarihi Ders Notları"ndan.. Zamanında ders saati fazlalığıyla da dikkat çeken Genel Türk Tarihi böyle de yapılabilirdi. Nitekim yapıldı.

Kaynak gösterilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz.


Hiç yorum yok: