24 Ekim 2018

Yerleşik–Göçebe Çatışmasında Savunma ve Saldırı Stratejileri

Dilara Kahyaoğlu
1998
Avrasya bozkır kuşağı 
Önce belli başlı noktaları gözden geçirelim:

*Göçebeydiler, Konar-Göçer bir yaşantı sürüyorlardı. Yaşamları ata bağlı olduğu için bu yaşam tarzlarına “Atlı Göçebe Kültür" de denmiştir.

*Hayvancılık ile uğraştıklarından “Çoban Toplum" isimlendirilmesi de verilmiştir. Zaten hayvancılık göçebe toplumların en önemli geçim kaynaklarından biridir.


*Hayvan ürünlerinden yararlanarak yiyeceklerini ve giysilerini üretmişlerdir.

*Yaşam şartları onları aynı zamanda ganimet sağlamak amacıyla çevrelerindeki yerleşik toplumlara yağma seferleri düzenlemelerine neden olmuştur.

*Uygun yerlerde yaşayanları tarımla uğraşmış ve saban kullanmışlardır. İlk tarım ürünleri yonca ve darı olmuştur.

*Göçebelik ile başlayan tarihleri yerleşik hayata geçmeleriyle devam etmiştir.

*Göçebe ekonomisi, sadece yağma ve ganimet, hayvan sürüleri ve avcılık üzerine dayanmaz. Aynı zamanda dış ticaret de bu ekonomik sistemde çok önemli bir yer tutar.

Soru: Bozkır Halkları neden dış ticaret yapma gereksinimi içindedir?


Yerleşik – Göçebe Çatışması
Bir İskit savaşçısı
*Göçebeler, yaşamı için gerekli olan ürünleri yaşam şartlarından dolayı üretemez. Bu durumda bunları elde etmek için ya yerleşik toplumlarla ticaret yaparak bu ürünleri karşılar ya da yağma ve ganimet seferleri düzenleyerek söz konusu olan yerleşik toplumu, baskı altına alıp vergilendirme yoluyla bu ürünleri elde etme yoluna gider.

*Yerleşik toplum, kıtlık nedeniyle, bazen de göçebeleri baskı altına almanın bir yolu olarak göçebelerle ticareti yasaklar bu durumda zor durumda kalan göçebeler yağma ve ganimet seferlerine başlarlar ki bu da yerleşikler ve göçebeler arasında tarih boyunca görülen çeşitli savaşlara yol açmıştır.

*Bazen göçebelerin denetlediği bölge, yerleşik toplumlar için can damarı niteliğinde olabilir, o zamanda yerleşik devletlerin, o bölgeyi denetimleri altına almak için göçebelere sistemli ve düzenli bir şekilde saldırdıkları görülür. Hatta başarılı olabilmek için ordularını bile göçebe askeri yapısına uygun örgütlerler. Örneğin, Çin, yayalara dayanan ordusunu, sırf kuzeyli göçebelerle baş edebilmek için atlı askere dönüştürmüş, göçebe savaş tarzı ile onlara karşılık vermiştir.

*Bazen yerleşik devletin kendi içindeki “hanedanlar arasındaki mücadeleye”de göçebe boyların  katıldığı görülür. Hatta bu durumdan yararlanan bazı toplulukların yerleşik devleti ele geçirdiği ve kendilerinin yeni bir hanedan oluşturarak yerleşik devleti yönettiği de görülmüştür(Çin’de To-pa Devleti bu durum için güzel bir örnektir).

*Bazen de yerleşik devlet, boylar arasındaki mücadeleye katılır, boylardan bazılarını diğerlerine karşı desteklerler ama bu yerleşik devletin genel hedefi ile çelişmez burada amaç göçebeleri dağıtıp zor durumda bırakmak ve denetimleri altına alıp, rahatlamaktır.

*Kimi zaman ise çok daha ilginç bir durum ortaya çıkar ve yerleşik devletin ağır vergi yükü altındaki köylüler, daha özgür olabilecekleri bozkır yaşamını tercih ederek göçebelere katılırlar. Bu durumda yerleşik devlet kendi köylüsüne karşı ciddi tedbirler alır. Hatta Çin Seddi’nin inşasının bir diğer nedeni olarak köylülerin bozkıra kaçmasını önlemek amacıyla yapıldığı yolunda tezler de bazı tarihçiler tarafından ileri sürülmüştür. Alınan bu ciddi tedbirler, köylü ayaklanmalarına yol açar, göçebelerin bir kısmı, bu durumdan kendi genel hedefleri için yararlanmak isterler, hatta bu isyanlarda, köylülere karşı göçebe boyların savaşçı bir güç olarak, yerleşik devlet tarafından kullanıldığı da görülür(Çin köylü isyanlarında olduğu gibi) .

Soru: Yerleşik- Göçebe mücadelesi sadece Türklere özgü bir sorun mudur?

Yerleşiklerin savunma ve saldırı stratejileri

*Kendilerini göçebelere karşı korumak bir savunma hattı oluşturmak amacıyla, teknik gelişmeleri de  kullanarak, surlar, kaleler inşa ettiler (Çin Seddi gibi).

*Yağma ve ganimet seferlerine karşı direnemedikleri zamanlarda savunma stratejileri gereği istenilen malları vergi, hediye adı altında göçebelere verirler. Hatta imparatorlar, kızlarını bile göçebe hakanın isteği üzerine bu anlayış gereği hakanla evlenmek üzere yollamış, bu tip isteklere boyun eğmişlerdir. Anlaşılacağı gibi Çinli prenseslerle evlenmek sadece Türk boylarını, hanedan üyelerini birbirine düşürmek amacıyla bulunmuş bir Çin taktiği değildir. Bu istek genellikle Türk hakanlarından gelmekte ve Çinli bir prenses ile evlenmeyi siyasi güçlerini arttıracak önemli bir gelişme olarak görmektedirler.(Mete’nin Çinli prenses ile evlenmesi, Attila’nın Romalı prenses Honario ile evlenmek istemesi vb.)

Soru: Bu durumun nedenleri konusunda düşününüz.

*Yerleşik toplumlar kendilerini güçlü buldukları durumlarda, hatta göçebeler gibi ordularını örgütleyerek, doğrudan saldırıya geçip savaşmaktan da çekinmemişlerdir (Attila- Aetyüs mücadelesi, Çin’in Göktürk devletlerini ortadan kaldırmak amacı ile yaptığı seferler ve bunun sonucu Orta Asya’ya egemen olmaları).

*Yerleşik Devlet, özellikle hanedan üyelerinin lüks tüketime dönük isteklerinden yararlanarak onları kendilerine bağımlı bir ilişki kurmaya zorladıkları da sık görülen bir durumdur (Hun hanedan üyelerinin ipeğe olan düşkünlükleri).

*Egemenlik altına aldıkları boyları ve hanedan üyelerini asimile etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Doğu Göktürk devleti Çin egemenliğine girdiğinde, bir çok ileri gelen Göktürk soylusu, Çin sarayında yaşamaya zorlanır, onlardan Çinli gibi giyinmeleri ve Çince konuşmaları beklenir vb.  bkz. Kitabeleri

*Yerleşik devlet, bunların yanında en büyük başarısını bizzat Bozkır halklarının siyasi örgütlenmesini bozarak elde eder. Bunun için konfederasyona bağlı boylardan bir kısmını destekleyerek, teşvik ederek ayaklandırır. Bu durum, birliğin bu ayaklanmalar sonucu gücünü yitirmesine ve parçalanmasına neden olur. Aynı şeyi göçebe devletin ikili bir yapı ile yönetilmesinden ve veraset sistemindeki boşluktan (hakandan sonra hangi hanedan üyesinin başa geçeceği belli değildir) yararlanarak hanedan üyeleri arasında da yapar. Örneğin, Göktürk Devletinin parçalanmasını çabuklaştırmak için Doğu Göktürk hakanı Işbara’ya karşı, Batı Göktürk hakanı Tardu’yu desteklemiştir.

*Yerleşiklerin diğer bir mücadele taktiği, göçebelerin kendilerinde olmayan malları sağlama ihtiyaçlarıdır. Bunun nedeni, çeşitli defalar belirtildiği gibi bozkır yaşamının üretime elverişli olmaması nedeniyle hububata ve dokumaya duyulan ihtiyaç olduğu gibi, hakanların lüks malları elde edebiliyor olmaları onları kendilerine bağlı boylar üzerinde çok güçlü bir konuma getirir. Hatta otoritelerinin önemli bir kısmını, bu malları sağlayan bir hükümdar olmaları nedeniyle elde edebilmişlerdir. Nitekim bunu bilen yerleşik devlet, uygun bulduğu bir durumda hediyeyi ve vergiyi keser, hatta ticareti yasaklar, göçebe hanedan üyeleri ve boy ileri gelenleri bunlardan mahrum kalarak zor dorumu düşerler. (Çin ve Bizans bu taktiğe defalarca başvurur hatta Attila’nın yaptığı antlaşmalar incelendiğinde esas meselenin bu malların elde edilmesine yönelik olduğu anlaşılır.


Göçebelerin savunma ve saldırı stratejileri
*Yerleşik devlete karşı ilk ve esas güçlerini aslında dağılmalarına da neden olacak “boylar birliği”nden alırlar. Tüm göçebelerin, bozkırda bir bütün halinde hareket edebilme yeteneği ve yerleşik devletlerin üzerine yaptıkları yıldırıcı saldırılar ve yerleşiklerde olmayan atlar ve savaş taktikleri, onları başarıya götüren önemli faktörlerdir. Savaşma becerileri ve dayanıklıklarını doğdukları andan itibaren yaşadıkları bozkır hayatının çetin şartlarına uyabilme ve hayatta kalma mücadeleleri ile kazanmışlardır. Aralarında birlik sağladıkları an hücuma geçerler ve birlik dağılana kadar da bu mücadele devam eder.

*Başa geçen hakanının otoritesinin devamlılığı, elde edilen ganimetlerle doğru orantılıdır. Hanedan üyelerinin ve boy beylerinin bağımlılığını sağlamanın yolu, yerleşiklerden bol miktarda hediyeler, ganimetler sağlanmasına bağlıdır. Bu malları göçebe savaş, vergilendirme ve ticaret yolu ile elde etmeye çalışır. Bunu sağlayamayan hakanın otoritesi tartışılır ve dağılma başlar. Bu yüzden hakanlar çevrelerini elde ettikleri ganimetlere boğarlar. Özellikle Attila’nın kendine bağlı beylerle olan ilişkisi bu anlamda incelenmeye değer örneklerle doludur.

Orhun Yazıtları

“Bu yerde oturup Çin budunu ile anlaştım. Altını,gümüşü,ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor.”"Ben kendim kağan oturduğumda her yere gitmiş olan budun yaya olarak, çıplak olarak öle yite geri geldi. Budunu besleyeyim diye kuzeyde Oğuz kavmine doğru,güneyde Çin’e doğru on iki defa ordu gönderdim. Ondan sonra Tanrı buyurduğu için, ülügüm, kutum var olduğu için ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli kıldım. Az milleti çok kıldım..."
Soru: Bu alıntıyı yukarıdaki bölümde yazılanlarla karşılaştırarak okuyunuz. Ne gibi sonuçlar çıkarabiliyorsunuz?

*Göçebeler kendi yaşam alanlarını genişletmek amacı ile zaman zaman yerleşikler içindeki hanedan kavgalarına veya halk ayaklanmalarına da karışırlar. Bu durum isteklerinin gerçekleşmesi için uygun bir zemin yaratır ve bundan yararlanırlar. (Akhunların Mazdek ayaklanmasını bastırmadaki rolleri, Çin'deki hanedan mücadelelerine müdahale etmeleri vb.)

*Hakanın ve ileri gelen beylerin, yerleşik devlet hükümdarının kızı ve/veya soylu kızlar ile evlenmeleri de özellikle hakana güç sağlar, bu durumun sembolik önemi yanında, güçlü, yerleşik bir devlet ile kurulan akrabalık ilişkilerinin getireceği siyasi destek, kızın getireceği çeyiz ve hediyeler de boylar ve soylular üzerinde güç sağlamanın bir aracı olarak hakan tarafından değerlendirilir.

*Göçebe topluluklar gerektiğinde yerleşik bir devletin içinde paralı asker olarak yer alırlar (Peçenekler, Hunlar,Germenler vb.).

*Varlıklarını devam ettirebilmek için yerleşik bir devletin isteği doğrultusunda, kendi birliklerine dahil olmayan diğer göçebe topluluklar ile savaşırlar. Bu durumda, hem yerleşik devletten bu hizmetlerinin karşılığını alırlar hem de o devletin desteği ile birlik dışındaki göçebe boylarına karşı, bozkırda üstünlük sağlar veya üstünlüklerini pekiştirirler. (Attila’nın Batı Roma ile anlaşarak Burgontlar ile savaşması)

*Boylar, birlik dağıldığında ve tek başlarına mücadele olanağı kalmadığında ya güçlü bir boyun denetimi altına girerler (yeni bir Boylar Konfederasyonu ortaya çıkar) ya başka yerlere göç ederler ya da yerleşik devletin, kendilerini bir yere yerleştirmesine izin verirler. Bu gelişme genellikle yerleşik devlet ile yapılan özel bir antlaşma sonucu ortaya çıkar. Boylar, belli bir yere yerleşirler ama karşılığında o yerleşik devletin askeri bir gücü olarak savaşmaya razı olurlar. Bir kısmı ise köylü olmaya ve vergi vermeye razı olur. Bazen de yerleşik toplumlar üzerinde egemenlik kurup yönetici kesimi oluştururlar ama asimilasyon sürecinden yine de kurtulamazlar. Hatta değişen eski “barbar yöneticiler” kendi kabile ve boyları ile de mücadeleye başlar. Örneğin Topa’lar, Selçuklular, Osmanlılar. Asimilasyon sürecinde yerleşik toplum içinde -özellikle sayıları azsa- tamamen eriyip yok alabilecekleri gibi yerleşik toplum ile birleşerek yeni kültürel/siyasi/ sosyo-ekonomik birleşimlerin ortaya çıkmasına yol açarlar. Artık bu durumda, ne göçebe eski göçebedir ne de yerleşik toplum eski yerleşik toplumdur, yeni bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır (örneğin Kavimler göçü sonrası oluşan Fransızlar, Almanlar, İspanyollar, İngilizler, Anadolu’da ise Selçuklular ve Osmanlılar).

Orhun Yazıtları

“Çin budununun sözü tatlı ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yakınlaştırmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok Türk budunu öldün. Orada kötü kişi şöyle öğretiyormuş . Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir  deyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp yakınına gidip çok insan öldün. O yere doğru gidersen Türk Budunu öleceksin .Ötüken yörende oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.
Soru: Yukarıdaki bölümle parçayı karşılaştırınız. Bilge Kağan,  Çin’den neden bu kadar korkuyor? Verdiği öğütlerin nedenleri konusunda düşününüz. 




           İbni Haldun ne diyor?
İbni Haldun’a göre yerleşik tarımcı yaşam biçimi nedeniyle barışçı, çoban ise savaşçıdır.
Devletlerin tıpkı canlı bir organizma gibi olduğunu düşünen İbni Haldun; "bir devlet, doğar, büyür, ihtiyarlar ve ölür" diyor. Göçebe devletlerin ömürlerini de buna göre dönemlendirir. 
Göçebelerde, aynı soydan gelen akraba olduklarından “asabiyyet” denilen “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için “ şeklinde özetlenebilecek kabile dayanışması çok güçlüdür. 1- İlk dönemde göçebeler devleti kurmak için gereken güç ve üstünlüğü ancak “asabiyyet”ten bulur ve devlet doğar. İlk dönemde devletin başında bulunan kimse ululuk göstermek, vergiler ve paralar toplamak, devletin sınırlarını korumak konusunda kavmi için iyi bir örnek oluşturur. Onların görüş ve oylarını almadan tek başına bir şey yapmaz.
2- Bu dönemde devlet başkanı köleler edinmeye başlar ve bunların sayısını çoğaltır ama asabiyyet hala devam etmektedir.
3- Hükümdar, asabiyyetin kudretini kırar, onları boyunduruğu altına alır. Mal ve serveti  kendisi için ayırıp onları yoksul bırakır. Bundan sonra gelen yeni nesiller, savaşmakta tembelleşir, göçebelik alışkanlıklarını unuturlar. Oysa, devleti o sayede kurmuşlardır.
4- Böylece ihtiyarlık dönemine giren devlet artık asabiyyeti güçlü yeni bir kabile tarafından yıkılmaya hazır hale gelmiştir ve ölür. Onun yerinde, kazanan kabilenin önderliğinde yeni bir devlet ortaya çıkar.

Sorular

*Yukarıdaki bölümde incelediğiniz durumlar, Türk devletleri için geçerli kabul edilebilir mi? 

* Yukarıdaki fikirlerle Eberhart’ın metninde yer alan görüşleri karşılaştırınız. Ne gibi benzerlik ve farklılıklar buluyorsunuz.

* Bir yazarımız İbni Haldun’u eleştiriyor ve görüşlerinin çok şematik olduğunu, gerçeğin çok daha karmaşık bir yapı gösterdiğini söyleyerek yukarıdaki tablonun bütün göçebe topluluklar için geçerli olamayacağını ifade ediyor. Siz ne diyorsunuz?
* Engels’ten alıntı yaparak “fetheden de biziz, fethedilen de” şeklinde Sabahattin Eyüboğlu tarafından yeniden düzenlemiş olan bu sözün anlamını düşününüz. Göçebelerin kaderi yerleşik toplumları fethettikten sonra (“Fethettiklerini sanmaları”ndan sonra) onların bünyesine girerek zaman içinde asimilasyona uğramak mıdır? 

Kaynak gösterilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz.
1998 yılında bir bölümünü yazdığım "Genel Türk Tarihi Ders Notları"ndan.. 

Hiç yorum yok: