01 Mayıs 2018

Kimlik Penceresinden Eski Türk Toplumlarına Genel Bir Bakış

Dilara Kahyaoğlu
1998
Raşid Al-Din'in (Reşidüddin) Câmi'u’t-tevârîħ’indeki minyatürde
Cengiz Han'ın Pekin'i fethedişi betimlenmiş.
Cengiz Han en büyük ve sonuncu bozkır imparatorluğunu kurmuştu.
Ardılları zamanında imparatorluk bölündü ve yerelleşerek bozkır imparatorluğu olma özelliğini kaybetti. 
Eski Türk toplumları göçebe/savaşçı bir yaşam tarzını benimsemiş topluluklardı. “Göçebe/Savaşçı” terimleri ile ne anlatmak istediğimizi kısaca özetlemeye çalışalım çünkü bu sorun ileri ki konularda daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.

Boylar (kabileler, aşiretler) halinde Orta Asya bozkırlarında yaşamakta olan Türkler bozkır ikliminin geçerli olduğu o iklim koşullarında yerleşik bir yaşam sürdürme şansına sahip değillerdi.

Bu durum onları avcılık, sınır ticareti ve yağmacılık türünden geçim kaynakları yaratmaya itmiş ve çok geniş bir alanda dağınık bir yerleşime sahip görünen bu boylar, zaman zaman güçlü bir hakanın ve/veya boyun egemeliği altına girerek “bozkır imparatorlukları” veya daha klasik bir söyleyişle “boylar Konfederasyonu” dediğimiz “kabileler birliğini”, “boylar birliği”ni oluşturmuşlardır.


Söz konusu olan boyların çoğu zaman av hayvanlarının ve otlakların peşinde sadece belli bir bölge içinde dolanarak sürdürdükleri göçler, bazen de çeşitli nedenlerle büyük ve uzun mesafelerin katedildiği, kitlesel ve yıkıcı göç dalgalarına dönüşmüştür.

Böyle bir yaşantıya sahip olan eski Türk boylarının bugün bizim kullandığımız anlamda “çağdaş” bir kelime olarak “kimlik” kavramının içerisini doldurmalarını bekleyemeyiz, çünkü böyle bir yaklaşım “anakronik” bir yaklaşım olurdu. Her dönemi kendi özgül koşulları içinde değerlendirmek ve olanları sadece o özgül koşullar içinde anlamaya çalışmak daha doğru bir bakış açısıdır. Bugünün dünyasından, bugünkü kavramlar ve kavramların içerdiği anlamlarla geçmişi yorumlamaya kalkarsak yanlış yaparız.

Buna göre bugün kimliklerimizi tanımlamak için kullandığımız kavramların geçmişte yaşayan topluluklar için ya hiçbir karşılığı, anlamı yoktur ya da o kavramlar geçmişte başka anlamlar içermekteydi.

Örneğin milli devletlerin kuruluşu ve ulusların ortaya çıkışı çok yakın dönemlerde gerçekleşmiş bir olgudur. Dolayısıyla “ulus” kelimesinin karşılığını veya anlamını onlar şu anda bizim cevapladığımız gibi vermiyorlardı. Moğollarda ulus denilince cümlenin gelişine göre koyun sürüsü veya “halk veya devlet”i kastederlerdi.

Bu tür toplumlarda sadece kendi kabile kimlikleri önemliydi. Her kişi, kendini; ait hissettiği bir kabile ile özdeş görürdü. Bu türden kabilelerin üyeleri ortak bir atadan geldiklerine inanıyor ve ortaklaşa bir yaşam sürdürüyorlardı. “Özel mülkiyet” yok denecek kadar azdı, var olan mülklerinde (genellikle hayvan sürüleri) sahibi tüm aile üyeleri veya kabile üyeleriydi. O tarihlerde yaşayan kişiler “Ben Türk Ulusundanım” demiyordu” Ama “kimlerdensin?” diye sorulduğunda muhtemelen kendi bağlı olduğu boyun (kabilenin ) adını veriyordu.

Türklerden kalan en eski belge olan Orhun Yazıtları’nda bu durumla ilgili ipuçları mevcuttur. Ama çoğu zaman bizzat bu belgelerin çevrilmesi bile yukarıda anlatmaya çalıştığımız nedenden dolayı sorun olmaktadır. Eski belgeler günümüzün bakış açısı, kavramları ve o kavramların işaret ettiği modern anlamlarla yorumlanmaya çalışıldığından bir çok ciddi yanlışlıklar yapılmaktadır.
1998 yılında bir bölümünü yazdığım "Genel Türk Tarihi Ders Notları"ndan.. Zamanında ders saati fazlalığıyla da dikkat çeken Genel Türk Tarihi böyle de yapılabilirdi.  Nitekim yapıldı.

Kaynak gösterilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz.

Hiç yorum yok: