31 Ocak 2016

İstibdat, Jön Türkler ve II. Meşrutiyet

Dilara Kahyaoğl

1998

Osmanlı İmparatorluğu'nda 1908'deki Jön Türk devrimini ve anayasal düzenin yeniden
 ilân edilmesini kutlayan bir Yunan taş baskısı. Kartpostalda tarihi şahsiyetler var. 

Baskı dönemi başlıyor
Abdülhamit’in 1880 yılında istibdata yönelmesinin nedeni belki de İngiltere’deki seçim sonuçlarına bağlanabilir. 1880 yılında seçimleri liberal parti kazandı ve bu partinin başkanı Osmanlı dostluğu yerine, bundan böyle Rus dostluğunu tercih edeceğini açıkça ilan etmişti. Bu durumda artık  Osmanlı Devleti’nin uluslararası siyasette İngiliz desteğini elde edebilme umudu kalmıyordu. O halde meşrutiyeti sözde bir şekilde sürdürüp İngilizlere sevimli görünmenin de artık bir anlamı yoktu.

Abdülhamit, polis devletini kurarken ilk planda üç şey yapmıştır.
Birincisi, Mithat Paşa’yı, Abdülaziz’in katili ilan edip, yargılattı ve Suidi Arabistan’daki Taif zindanına gönderdi. 1884 yılında da orada hapishane görevlileri tarafından boğularak öldürülmüştür. 
İkinci olay ise, hala yaşayan ve mason olduğu için Avrupa kamuoyunun sürekli hesaba kattığı ve dikkatle izlediği bir kişi olan abisi  V.Murat'tan kurtulma teşebbüsüdür. 
V.Murat’a sarayda hapis hayatı yaşatmış ve öldürülebileceğine dair fetva almıştır. Bu fetvayı kullanmadıysa da herhalde V. Murat’ın bundan haberi vardı ve en ufak bir hatada öldürüleceğini biliyordu.
Resimde görülen donanma, dönemin sadrazamı 
Hüseyin Avni Paşa’nın emri ile,  toplarını saraya 
çevirerek Sultan Abdülaziz’i tahttan indiren 
donanmadır.  II Abdülhamid döneminde, ceza olarak 
Haliç’e bağlanarak hapsedilmiş, gemiler 
burada zamanla midye ve yosun tutarak çürümüştür.
Üçüncü girişimi, orduyu ve donanmayı denetimine almak oldu.  Çekindiği komutanları ya uzak yerlere sürdü ya da görevden aldı. Mektepten yetişme subayları tehlikeli bulduğu için İstanbul dışında, uzak yerlerde görev verdirdi. Orduların başına birbiriyle  geçinemeyecek kumandanlar atadı. Donanmayı Haliç’e hapsederek çürüttü. Hakiki mermilerle  atış talimini tehlikeli sayarak yasaklattı. Büyük bir hafiye örgütü kurdu, jurnal vermek meziyet, padişaha sadakat göstermek, olarak kabul edildi. Sansür yoğun bir şekilde uygulandı, nitekim bu dönemde bir çok kelimenin kullanılması yasaktı.


Bu yıllar aynı zamanda Osmanlı’nın yarı- sömürge durumuna gelişidir.
Düyun-u Umumiye'li yıllardır.

Kısaca bu konuya bakalım...
İngiltere ve Fransa, Mısır ve Tunus’u bu ülkelerin mali iflasını öne sürerek sömürgeleştirmişti. Ama bunu doğrudan Osmanlılara  yapmaları zordu çünkü Osmanlı’nın merkezdeki  topraklarının bir çok talibi vardı. Dolayısıyla uyuşmaları çok zordu, zaten Osmanlı’nın ömrünü uzatan durum da bu olmuştur. Mali meseleyi çözmek isteyen Batı, önce Osmanlı’nın borçlarını 252 milyondan 106 milyon Osmanlı lirasına indirdi.
Ama buna karşılık, alacaklarını toparlayabilmek için, bazı vergi gelirlerini doğrudan kendilerinin tahsil etmesine olanak sağlayacak bir sistem oluşturmaya giriştiler. 

Önce Kasım 1879'da Galata Bankerleri ve Osmanlı Bankası temsilcileriyle iç borçlar hususunda anlaşmaya varıldı.  Bunlar tuz, tütün, damga pulu, içki, balıkçılık vb. den gelen vergileri doğrudan alacaklardı. Daha sonra 20 aralık 1881’deki  Muharrem Kararnamesi’yle Düyun-u Umumiye kuruldu.  

Bu kurumun yönetim kurulunda; İngiliz, Fransız, Alman, Avusturya- Macaristan ve İtalyan üyeler, Osmanlı alacaklılarının temsilcileri olarak bulunacaktı. Kurulda sadece bir Osmanlı hükumet komiseri yer alıyordu. Bu kurum zamanla gelişip her yere kol attı, öyle ki Osmanlı maliyesinde 1911 yılında 5472 memur çalışırken, burada 8931 memur çalışıyordu.



Ülke içindeki gelişmeler, demiryolları ve okullar…
Bu dönemde bir hayli yüksek öğrenim kurulu ve meslek okulu açıldı. Bunların başlıcaları şunlardır:
Hukuk mektebi, bazı ordu merkezlerinde harbiye okulları ve tıbbiyeler. 
1883'te Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar Akademisi), 1884’te ticaret mektebi , mühendis mektebi (İstanbul  Teknik Üniversitesi), 1888’de  baytar mektebi, 1900 yılında İstanbul  Dar ül fünun’u  kuruldu.
Şimdiki Eski Şark Eserleri Müze binası ilk açıldığında 
Sanayi Nefise Mektebi'nin binasıydı

Özellikle yüksek okulların açılmasının en önemli sebebi Türk ailelerin çocuklarını  zaten yurt dışına veya İstanbul’daki  Robert Kolej veya Beyrut’taki Amerikan ve Fransız üniversitelerine göndermeleriydi. Dolayısıyla Abdülhamit yönetimi bir anlamda bu gidişatı bir türlü kendi lehlerine çevirmeye, denetim altına almaya çalışmışlardır. 

Peki bu kadar çok okul açılmıştı ama eğitim nasıldı, sorusu hemen akla geliyor. Çünkü eğitimde okulların açılıyor olmasının yanısıra verilen eğitimin içeriği, belki de çok daha  önemlidir.
Örneğin, edebiyat ve  ülkeler tarihi, eğitim programından çıkartılmıştı. Buna karşılık bol miktarda ahlak ve din dersleri konmuş, namaz kılma zorunluluğu getirilmişti. Resmi okulların niteliksizliği yüzünden asıl bu dönemde  gelişmekte olan ve çocuklarını ona göre eğitmek isteyen burjuvazinin çabaları ile bir çok özel okul açılmıştır. Özel okulların en yoğun açıldığı yerlerden biri ve hatta  öncüsü  Selanik’tir. 

Bu dönem demiryollarının da açıldığı bir dönemdir ama çoğu  yabancı sermeye ile yapılmıştır. Osmanlı’nın kendi gücüyle, hatta bağışlarla yaptığı tek demiryolu Hicaz Demiryolu’dur. Anadolu yerine Hicaz’a doğru giden bir demiryolu yaptırmak II. Abdülhamit’in bilinçli bir tercihidir. Çünkü Halifelik  sanını ön plana çıkartarak, kaybettiği gücünü, bu yolla yani Müslüman dünyasının desteği ile yeniden kazanacağını hesaplamakta ve bu anlamda İslamcılık siyaseti denilen bir siyaset uygulamaktadır. Hicaz’a yapılan bu demiryolu ki diğer anlamı hac yolu demektir kendisine Müslüman dünyasında prestij sağlayabilir, ayrıca ilişkiler ve denetim de bu yol sayesinde daha muntazam 
yürüyebilirdi.

Hicaz Demiryolu güzergahı


Berlin Kongresinden sonra neler oldu?
Daha önceden de görmüştük, Berlin Kongresi kulislerinde, Tunus, Fransa’ya bırakılmıştı. Burayı ele geçirmek için fırsat kollayan Fransa, İtalyanların da Tunus’a göz diktiğini görünce Cezayir'le Tunus arasındaki sınır olayını bahane ederek Tunus’u istila etti (4 nisan 1881).

Mısır’ın işgaline gelince burası 1876’dan beri Düyun-u Umumiye benzeri bir kurum tarafından mali denetim altındaydı. Bu arada II. Abdülhamit’in desteklediği ulusçu anlayışları  olan “Vataniler”  hükümet kurdular bu durum özellikle Hindistan açısından önemli bir geçiş noktası olan Süveyş’i ele geçirmeye çalışan İngilizlerin hiç işine gelmiyordu. Belki de dış kışkırtma sonucu haziran 1882’de İskenderiye’de  Müslümanlarla  Hıristiyanlar arasında çatışma oldu ve 40 kişi öldü. Osmanlılar buraya 4000 asker göndermeyi planladılar ama Abdülhamit bunu yapmaya cesaret edemedi. İngilizler, İskenderiye’yi topa tuttular ve ardından da 11 temmuz 1882’de Mısır’ı istila ettiler. Fakat bu arada kendilerini de hep arka planda tutup işgallerine “geçiçi” süsü vermeyi de ihmal etmediler. 1885’te Babılali ile yapılan bir antlaşma ile  Mısır’ın durumu resmiyet kazandı. İngiltere ile Babıali, Mısır’da bir yüksek komiser bulunduracak ve esas olarak ülkeyi bunlar yönetecekti  ama görünüşte yönetim Mısırlılar’daydı.

Doğu Rumeli’de ise Rus askerlerinin burayı terk etmesi ile olaylar patlak verdi, çünkü Doğu Rumeli halkı Osmanlı askerinin buraya girmesini istemiyordu. İngilizlerin  desteğine rağmen Abdülhamit buraya asker göndermeye cesaret edemedi, bu arada 1885’de Doğu Rumeli halkı topraklarını  Bulgaristan'la birleştirmek için ayaklandılar. Bu nedenle Sırbistan da, Bulgaristan’a  savaş açmıştı ama Bulgarlar, Sırpları yenip de Osmanlı müdahale edemeyince Doğu Rumeli, Osmanlı egemenliğinden çıkmış oldu. Osmanlılar Bulgarlarla anlaştılar ve Doğu Rumeli valisi Bulgar Prensi oldu.
Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden kopmasından sonra ülkede bağımsızlık yönünde ilerleme kaydetmemiş tek bir Hıristiyan unsur kalıyordu: Ermeniler. . .
Ermeniler öteden beri Rumlarla beraber Anadolu’nun burjuvazisi durumundaydılar. Ermenilerde ulusçuluk hareketinin geç başlamasının nedeni, yaşadıkları coğrafi mekandan kaynaklanıyordu. Doğu Anadolu’nun oldukça zor ulaşılan bölgelerinde, dağınık bir halde yaşıyorlardı ve Avrupa öncelikle Osmanlı’nın göz önündeki yerleri ile ilgilendiğinden onlara biraz daha geç sıra gelmiş oldu. 

Ermenilerle ilk ilgilenen devlet  Rusya olmuş, Ayastefanos  Antlaşması’na Ermenilerle ilgili madde koydurmuştu. Rusya, Balkanlarda yapmaya çalıştığını  Doğu Anadolu için de düşünüyor, Ermeniler aracılığıyla Orta Doğu’ya inmeyi planlıyordu. Ama  aynı yolu İngiltere de  görmekte gecikmedi, Ermenileri Rusya’nın eline bırakmak istemediği için Ermeni  meselesiyle doğrudan ilgilenmeye başladı.

1887’de Hinçak, 1890’da Taşnaksutyon Ermeni ihtilal örgütleri kuruldu. 1889’dan itibaren de olaylar başladı. Musa Bey Vakası, Erzurum Olayı (1890), Kumkapı gösterisi (1890), Merzifon, Kayseri, Yozgat olayları meydana geldi ama olaylardaki esas  tırmanma 1894’te oldu. İngiltere’nin Van konsolosunun bölgeyi ziyaretinin ardından, Bitlis’ın Sasun kasabası merkez olmak üzere isyan başladı, isyan kanlı bir şekilde bastırıldı. İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı Devleti’ne Ermeniler için bir ıslahat programı önerdiler. Abdülhamit bunu uygulamaya yanaşmayınca  Ermeniler, Babıali üzerine yürüşe geçtiler. 30 eylül 1895’te  üç gün süren Ermeni- Müslüman çatışması oldu. Çoğu Ermeni olan bir çok insan öldü. Bu durum büyük devletlerin tepkisini çekince Abdülhamit ıslahat programını kabul etmek zorunda kaldı, ama bu program tam olarak uygulanmadı. 26 ağustos 1896’da Ermeni Komitacılar İstanbul’da, Osmanlı Bankası’nı basıp işgal edince yeniden Ermeni- Müslüman çatışması çıktı. Büyük devletlerin müdahalesi ile Komitacılar sınır dışına çıkarıldı.
1905 yılında ise Ermeniler cuma selamlığında çok kuvvetli bir bomba patlattılar, olayda pek çok insan öldü ama Abdülhamit’e bir şey olmadı.

Jön Türk hareketinin doğuşu 1889

Bütün bunlar olurken bu arada Osmanlı aydınları da hürriyetçi fikirlerden vazgeçmemişlerdi. Gizlice örgütlenmeye 1889’da başladılar. Bu tarihte askeri tıbbiyenin beş öğrencisi İshak Sükuti, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Hüseyinzade Ali, İttihadi-Osmani adında gizli hücre usulüyle genişleyen bir örgüt kurdular. Bu örgüt, 1895’e kadar bir fikir kulübü olarak çalıştı. Bu arada, Bursa Maarif Müdürü olan Ahmet Rıza, Paris’e gelmiş ve pozitivizme merak sarmıştı. Ahmet Rıza, Abdülhamit’e çeşitli sorunlar hakkında altı rapor yazıp gönderdi ve bu arada da İttihadi Osmani ile ilişkiye geçerek onlara İttihat ve Terakki adını benimsetti.
Ermeni eylemlerini bütün şiddetiyle İstanbul’da gören İT’liler ilk kez gizli bir bildiri hazırlayıp duvarlara yapıştırdılar. Bu yazılarda Ermeniler’in davranışları eleştiriliyor ama  bu eylemlerin, zulüm, istibdat ve idaresizlikten ileri geldiği bildiriliyordu. İT’nin bu faaliyetleri  karşısında hükumetin baskısı arttı ve bir çok tıbbiyeli ya hapse düştü ya da sürüldü. Bir kısmı ise rahat çalışabilmek için yurt dışına kaçtı.  

İT, 1896’da  önemli bir örgüt olmuştu, bir çok kumandan ve yüksek memur buraya üyeydi. Hatta bir ara Abdülhamit’e karşı darbede planladılar ama  bu önceden haber alındığı için yakalandılar ve çeşitli yerlere sürüldüler.

Bu arada Berlin Kongresi’nde alınan karar gereği Yunanistan Tesalya’yı işgal etti. 1896’da da Girit’te isyan çıktı, ertesi sene ise Yunanlılar buraya da asker  çıkarttı. Bunun üzerine Abdülhamit, Yunanistan’a savaş ilan etti ve Osmanlılar Tesalya’ya  girdiler ama büyük devletlerin araya girmesiyle Tesalya boşaltıldı ve Girit, tarafsız ve özerk hale getirildi.
Burayı büyük devletlerin onayladığı Hıristiyan bir vali beş yıl süreyle yönetecekti. Osmanlı askerleri ve yöneticileri adadan çıkarıldı. Girit’e vali olarak atanan kişi de Yunan kralının  oğlu Yorgi’ydi, işte böylelikle Girit’te Osmanlı'nın elinden çıkmış oldu.

Bu arada Avrupa’daki Jön Türk hareketinin başına Mizancı Murat geçmiş ve Ahmet Rıza tasfiye edilmişti. Bu arada Abdülhamit de boş durmuyordu. Yunanlılara karşı “kazanılan zaferin” de verdiği üstünlükle Avrupa’da resmi bir bildiri yayınlattı. Bu bildiride muzır faaliyette bulunanların bu işten vazgeçmeleri  halinde affedilecekleri duyuruluyordu. Ayrıca ülkeye dönenlere memuriyet, Avrupa’da kalanlara da  burs sağlanacaktı. Mizancı Murat, pazarlığa girişti ve  döndü ama dönenlere  verilen tek taviz idam cezalarının hapise çevrilmesi oldu.

Bu arada Bağdat Demiryolu projesine İngiliz ve Alman şirketleri talip olmuştu. Abdülhamit oyunu Alman şirketinden yana kullandı, zaten epeyden beri Abdülhamit’in Almanya’ya  yakın bir politika izlediği görülüyordu. Almanların da Osmanlılarla yakınlaşmaya çalıştığı çok açıktı.  Alman İmparatoru II.Wilhelm İki kez İstanbul’u ziyarete gelmiş, Suriye ve Filistin’e gitmiş, Abdülhamit’i dünya Müslümanlarının lideri diye selamlamıştı. Bir anlamda Almanya, İslamcılık siyasetini desteklemiş ve teşvik etmiştir. Bu arada demiryolu yapımı için aday olan İngiliz şirketinin, savunuculuğunu üstlenen Damat Mahmud Celaleddin Paşa, oğlu Sabahattin’i de yanına alarak yurt dışına kaçmak durumunda kaldı. Hanedandan birilerinin istibdattan kaçarak Avrupa’ya sığınmaları dışarıda etki yarattı ve Jön Türk hareketi Avrupa’da yeniden canlandı. 

Prens Sabahattin’in  girişimi ile ilk Jön Türk kongresi, Ermeniler’in de  katılımıyla 1902 yılında, Paris’te  kırk delegenin katılımıyla yapıldı.
Bu kongrede iki ayrı tez savunuldu, birinci tezi ortaya atanlar:
*Sadece yayınla, propaganda ile devrim yapılmaz
*Askeri kuvvetlerin de devrime katılması gerekir, derken;
ikinci tezi ortaya atanlar:
*Devrimin yapılabilmesi için yabancı müdahale sağlanmalıdır, diyorlardı.
Bu nedenlerle kongre bölünme ile sona erdi.

Makedonya meselesi ve II. Meşrutiyet’in ilanı
Makedonya; Kosova, Selanik ve Manastır vilayetlerini kapsayan bölgedir. Bu bölgenin en büyük "sorunu" her dinden ve her etnik gruptan insanların bir arada yaşamasıydı. Dolayısıyla burası kime ait olacak, sorusunun cevabı verilemiyordu. Uzun müddet Osmanlı’nın  elinde kalabilmiş olmasının nedeni de budur. Özellikle Bulgarların burada yoğun bir faaliyeti vardı ve bu toprakları kendilerine katmaya çalışıyorlardı.

Bu arada  Abdülhamit, mektepli subayları İstanbul’da tutmadığı için çoğu subay Makedonya’ya gönderilmişti, dolayısıyla burada bir çok mektepli subay bir araya  toplanmıştı. Bu yoğun siyasi  ortamda, Osmanlı’nın batıya açık bu bölgesinde bir anlamda ciddi bir siyasi eğitimden geçiyorlardı.

Bu arada  dünyadaki gelişmeler de ilginçti ve bunlar da; subayları, jön Türkleri, İT’yi etkiliyordu. Bu gelişmelerden bazıları şunlardır:
*Makedonya adım adım Osmanlı’dan koparılıyordu ve bu durumda Abdülhamit bir şey yapamazdı, yapmıyordu.
*1905 Rus-Japon Savaşı’nda Rusya; Japonya’ya, dünyanın hayret dolu bakışları arasında yenilmişti.
*1905 yılında Sovyetlerde ihtilal olmuş ve çar meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmıştı. 
*1906 yılında da İran’da meşruti yönetim kurulmuştu.

Bu gelişmelerden ve yıllardan beri devam eden Jön Türk hareketinden etkilen bir grup asker, aydın Selanik’te “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ni kurdu. Başlarında Talat Paşa vardı. Bu cemiyet de hücre biçiminde örgütlenerek mektepli subayların arasında hızla yayılmaya başladı.

Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne  mensup olan bazı kişiler yurt dışına kaçmak zorunda kalınca Avrupa’daki jön Türk hareketi ile ilişkiye geçtiler. İttihat ve Terakki
üyesi Dr. Nazım, Selanik’e geldi ve bu  iki örgüt birleşti (eylül 1907).
Bu arada Makedonya meselesinde gelişmeler vardı. Rusya ve Avusturya Makedonya ile ilgili olarak bir ıslahat programı hazırladılar. İngiltere, bir genelge ile bölgedeki Osmanlı  askerinin azaltılmasını istedi. Yine İngilizler, 3 mart 1908 yılındaki genelgelerinde; Makadonya’yı  oluşturan üç vilayete tek bir vali atanmasını ama bu valinin Avrupa devletlerinin himayesinde olmasını istediler.  Bunun üzerine Terakki ve İttihad (o sıralarda adlarını böyle değiştirmişlerdi) Manastır’daki büyük devlet konsolosluklarına bir rapor gönderdiler. Bu raporda “dertli olan sadece Makedonya değil, istibdat yönetimi altında buluna bütün Osmanlı ülkesidir”deniyordu.

3 temmuz 1908’de ise Resne’de Kolağası Niyazi Bey, 200 asker ve 200 sivilden oluşan bir kuvvetle dağa çıktı  ve meşrutiyet istediklerini bildirdiler.  Bu arada Makedonya’daki Arnavutlar da saraya bu yönde telgraflar çekince hareketi bastırmaya çabalayan Abdülhamit durumun umutsuz olduğunu düşünüp 23 temmuz gecesi meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.

Fark edileceği gibi II.Meşrutiyet Hareketi, birincisine benzemez, aşağıdan yukarıya doğru gelişen, belli bir kitle temeline dayanan bir harekettir ve bu özelliğiyle Avrupa’daki liberal hareketlere benzer. Bu özelliğinden ötürü bir çok tarihçi bu olayı bir devrim, bir ihtilal olarak düşünmüştür.

Solda Jön Türkler, sağda Doğu halkları. Kadınların üzerinde özgürlük, kardeşlik ve eşitlik yazıyor. 

Kaynak
Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, 1988, cilt 3, s:165-183 
AnaBritannica, Osmanlı Maddesi, cilt 17
http://bonpurloryan.com/2016/01/05/1908-devrimi-ozgurluk-esitlik-kardeslik-adalet/




Yazar adı belirtilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.

Hiç yorum yok: