Dilara Kahyaoğlu
1998
Osmanlı İmparatorluğu'nda 1908'deki Jön Türk devrimini ve anayasal düzenin yeniden ilân edilmesini kutlayan bir Yunan taş baskısı. Kartpostalda tarihi şahsiyetler var. |
Baskı
dönemi başlıyor
Abdülhamit’in 1880 yılında istibdata yönelmesinin nedeni
belki de İngiltere’deki seçim sonuçlarına bağlanabilir. 1880 yılında seçimleri
liberal parti kazandı ve bu partinin başkanı Osmanlı dostluğu yerine, bundan
böyle Rus dostluğunu tercih edeceğini açıkça ilan etmişti. Bu durumda
artık Osmanlı Devleti’nin uluslararası
siyasette İngiliz desteğini elde edebilme umudu kalmıyordu. O halde meşrutiyeti
sözde bir şekilde sürdürüp İngilizlere sevimli görünmenin de artık bir anlamı
yoktu.
Abdülhamit, polis devletini kurarken ilk planda üç şey
yapmıştır.
Birincisi, Mithat Paşa’yı, Abdülaziz’in katili ilan
edip, yargılattı ve Suidi Arabistan’daki Taif zindanına gönderdi. 1884 yılında
da orada hapishane görevlileri tarafından boğularak öldürülmüştür.
İkinci olay ise, hala yaşayan ve mason olduğu için
Avrupa kamuoyunun sürekli hesaba kattığı ve dikkatle izlediği bir kişi olan abisi V.Murat'tan kurtulma teşebbüsüdür.
V.Murat’a
sarayda hapis hayatı yaşatmış ve öldürülebileceğine dair fetva almıştır. Bu
fetvayı kullanmadıysa da herhalde V. Murat’ın bundan haberi vardı ve en ufak
bir hatada öldürüleceğini biliyordu.
Resimde görülen donanma, dönemin sadrazamı Hüseyin Avni Paşa’nın emri ile, toplarını saraya çevirerek Sultan Abdülaziz’i tahttan indiren donanmadır. II Abdülhamid döneminde, ceza olarak Haliç’e bağlanarak hapsedilmiş, gemiler burada zamanla midye ve yosun tutarak çürümüştür. |
Düyun-u Umumiye'li yıllardır.
Kısaca bu konuya bakalım...
İngiltere ve Fransa,
Mısır ve Tunus’u bu ülkelerin mali iflasını öne sürerek sömürgeleştirmişti. Ama
bunu doğrudan Osmanlılara yapmaları
zordu çünkü Osmanlı’nın merkezdeki topraklarının
bir çok talibi vardı. Dolayısıyla uyuşmaları çok zordu, zaten Osmanlı’nın
ömrünü uzatan durum da bu olmuştur. Mali meseleyi çözmek isteyen Batı, önce
Osmanlı’nın borçlarını 252 milyondan 106 milyon Osmanlı lirasına indirdi.
Ama buna karşılık, alacaklarını toparlayabilmek için,
bazı vergi gelirlerini doğrudan kendilerinin tahsil etmesine olanak sağlayacak
bir sistem oluşturmaya giriştiler.
Önce Kasım 1879'da Galata Bankerleri ve
Osmanlı Bankası temsilcileriyle iç borçlar hususunda anlaşmaya varıldı.
Bunlar tuz, tütün, damga pulu, içki, balıkçılık vb. den gelen vergileri
doğrudan alacaklardı. Daha sonra 20 aralık 1881’deki Muharrem Kararnamesi’yle Düyun-u Umumiye kuruldu.
Bu kurumun yönetim kurulunda; İngiliz, Fransız, Alman, Avusturya-
Macaristan ve İtalyan üyeler, Osmanlı alacaklılarının temsilcileri olarak
bulunacaktı. Kurulda sadece bir Osmanlı hükumet komiseri yer alıyordu. Bu
kurum zamanla gelişip her yere kol attı, öyle ki Osmanlı maliyesinde 1911
yılında 5472 memur çalışırken, burada 8931 memur çalışıyordu.
Ülke içindeki gelişmeler, demiryolları ve okullar…
Bu dönemde bir hayli yüksek öğrenim kurulu ve meslek
okulu açıldı. Bunların başlıcaları şunlardır:
Hukuk mektebi, bazı ordu merkezlerinde harbiye okulları ve tıbbiyeler.
1883'te Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar Akademisi), 1884’te
ticaret mektebi , mühendis mektebi (İstanbul
Teknik Üniversitesi), 1888’de
baytar mektebi, 1900 yılında İstanbul
Dar ül fünun’u kuruldu.
Özellikle yüksek okulların açılmasının en önemli sebebi
Türk ailelerin çocuklarını zaten yurt
dışına veya İstanbul’daki Robert Kolej
veya Beyrut’taki Amerikan ve Fransız üniversitelerine göndermeleriydi.
Dolayısıyla Abdülhamit yönetimi bir anlamda bu gidişatı bir türlü kendi
lehlerine çevirmeye, denetim altına almaya çalışmışlardır.
Peki bu kadar çok
okul açılmıştı ama eğitim nasıldı, sorusu hemen akla geliyor. Çünkü eğitimde
okulların açılıyor olmasının yanısıra verilen eğitimin içeriği, belki de çok
daha önemlidir.
Örneğin, edebiyat ve
ülkeler tarihi, eğitim programından çıkartılmıştı. Buna karşılık bol
miktarda ahlak ve din dersleri konmuş, namaz kılma zorunluluğu getirilmişti.
Resmi okulların niteliksizliği yüzünden asıl bu dönemde gelişmekte olan ve çocuklarını ona göre
eğitmek isteyen burjuvazinin çabaları ile bir çok özel okul açılmıştır. Özel
okulların en yoğun açıldığı yerlerden biri ve hatta öncüsü
Selanik’tir.
Bu dönem demiryollarının da açıldığı bir dönemdir ama
çoğu yabancı sermeye ile yapılmıştır.
Osmanlı’nın kendi gücüyle, hatta bağışlarla yaptığı tek demiryolu Hicaz Demiryolu’dur. Anadolu yerine Hicaz’a doğru giden bir demiryolu yaptırmak
II. Abdülhamit’in bilinçli bir tercihidir. Çünkü Halifelik sanını ön plana çıkartarak, kaybettiği
gücünü, bu yolla yani Müslüman dünyasının desteği ile yeniden kazanacağını
hesaplamakta ve bu anlamda İslamcılık siyaseti denilen bir siyaset
uygulamaktadır. Hicaz’a yapılan bu demiryolu ki diğer anlamı hac yolu demektir
kendisine Müslüman dünyasında prestij sağlayabilir, ayrıca ilişkiler ve denetim de bu yol sayesinde daha
muntazam
yürüyebilirdi.
yürüyebilirdi.
Hicaz Demiryolu güzergahı |
Berlin
Kongresinden sonra neler oldu?
Daha önceden de görmüştük, Berlin Kongresi kulislerinde,
Tunus, Fransa’ya bırakılmıştı. Burayı ele geçirmek için fırsat kollayan Fransa, İtalyanların da Tunus’a göz diktiğini görünce Cezayir'le Tunus arasındaki sınır
olayını bahane ederek Tunus’u istila
etti (4 nisan 1881).
Mısır’ın
işgaline gelince burası 1876’dan beri Düyun-u Umumiye benzeri bir
kurum tarafından mali denetim altındaydı. Bu arada II. Abdülhamit’in desteklediği
ulusçu anlayışları olan “Vataniler” hükümet kurdular bu durum özellikle Hindistan
açısından önemli bir geçiş noktası olan Süveyş’i ele geçirmeye çalışan
İngilizlerin hiç işine gelmiyordu. Belki de dış kışkırtma sonucu haziran 1882’de İskenderiye’de Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında çatışma oldu ve 40
kişi öldü. Osmanlılar buraya 4000 asker göndermeyi planladılar ama Abdülhamit
bunu yapmaya cesaret edemedi. İngilizler, İskenderiye’yi topa tuttular ve
ardından da 11 temmuz 1882’de Mısır’ı istila ettiler. Fakat bu arada
kendilerini de hep arka planda tutup işgallerine “geçiçi” süsü vermeyi de ihmal
etmediler. 1885’te Babılali ile yapılan bir antlaşma ile Mısır’ın durumu resmiyet kazandı. İngiltere ile
Babıali, Mısır’da bir yüksek komiser bulunduracak ve esas olarak ülkeyi bunlar
yönetecekti ama görünüşte yönetim
Mısırlılar’daydı.
Doğu
Rumeli’de ise Rus askerlerinin burayı terk etmesi ile olaylar
patlak verdi, çünkü Doğu Rumeli halkı Osmanlı askerinin buraya girmesini
istemiyordu. İngilizlerin desteğine
rağmen Abdülhamit buraya asker göndermeye cesaret edemedi, bu arada 1885’de
Doğu Rumeli halkı topraklarını
Bulgaristan'la birleştirmek için ayaklandılar. Bu nedenle Sırbistan da,
Bulgaristan’a savaş açmıştı ama
Bulgarlar, Sırpları yenip de Osmanlı müdahale edemeyince Doğu Rumeli, Osmanlı egemenliğinden çıkmış oldu. Osmanlılar Bulgarlarla anlaştılar ve Doğu Rumeli valisi
Bulgar Prensi oldu.
Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden kopmasından sonra
ülkede bağımsızlık yönünde ilerleme kaydetmemiş tek bir Hıristiyan unsur
kalıyordu: Ermeniler. . .
Ermeniler öteden beri
Rumlarla beraber Anadolu’nun burjuvazisi durumundaydılar. Ermenilerde
ulusçuluk hareketinin geç başlamasının nedeni, yaşadıkları coğrafi mekandan
kaynaklanıyordu. Doğu Anadolu’nun oldukça zor ulaşılan bölgelerinde, dağınık
bir halde yaşıyorlardı ve Avrupa öncelikle Osmanlı’nın göz önündeki yerleri ile
ilgilendiğinden onlara biraz daha geç sıra gelmiş oldu.
Ermenilerle ilk ilgilenen devlet Rusya olmuş, Ayastefanos Antlaşması’na Ermenilerle ilgili madde
koydurmuştu. Rusya, Balkanlarda yapmaya çalıştığını Doğu Anadolu için de düşünüyor, Ermeniler
aracılığıyla Orta Doğu’ya inmeyi planlıyordu. Ama aynı yolu İngiltere de görmekte gecikmedi, Ermenileri Rusya’nın eline
bırakmak istemediği için Ermeni
meselesiyle doğrudan ilgilenmeye başladı.
1887’de Hinçak,
1890’da Taşnaksutyon Ermeni ihtilal örgütleri kuruldu. 1889’dan itibaren de
olaylar başladı. Musa Bey Vakası, Erzurum Olayı (1890), Kumkapı gösterisi
(1890), Merzifon, Kayseri, Yozgat olayları meydana geldi ama olaylardaki esas tırmanma 1894’te oldu. İngiltere’nin Van konsolosunun bölgeyi ziyaretinin ardından, Bitlis’ın Sasun kasabası merkez
olmak üzere isyan başladı, isyan kanlı bir şekilde bastırıldı. İngiltere,
Fransa ve Rusya Osmanlı Devleti’ne Ermeniler için bir ıslahat programı
önerdiler. Abdülhamit bunu uygulamaya yanaşmayınca Ermeniler, Babıali üzerine yürüşe geçtiler. 30
eylül 1895’te üç gün süren Ermeni-
Müslüman çatışması oldu. Çoğu Ermeni olan bir çok insan öldü. Bu durum büyük
devletlerin tepkisini çekince Abdülhamit ıslahat programını kabul etmek zorunda
kaldı, ama bu program tam olarak uygulanmadı. 26 ağustos 1896’da Ermeni Komitacılar İstanbul’da, Osmanlı Bankası’nı basıp işgal edince yeniden Ermeni-
Müslüman çatışması çıktı. Büyük devletlerin müdahalesi ile Komitacılar sınır dışına çıkarıldı.
1905 yılında ise
Ermeniler cuma selamlığında çok kuvvetli bir bomba patlattılar, olayda pek çok
insan öldü ama Abdülhamit’e bir şey olmadı.
Jön Türk hareketinin doğuşu 1889
Bütün bunlar olurken
bu arada Osmanlı aydınları da hürriyetçi fikirlerden vazgeçmemişlerdi. Gizlice
örgütlenmeye 1889’da başladılar. Bu tarihte askeri tıbbiyenin beş öğrencisi
İshak Sükuti, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Hüseyinzade Ali,
İttihadi-Osmani adında gizli hücre usulüyle genişleyen bir örgüt kurdular. Bu
örgüt, 1895’e kadar bir fikir kulübü olarak çalıştı. Bu arada, Bursa Maarif
Müdürü olan Ahmet Rıza, Paris’e gelmiş ve pozitivizme merak sarmıştı. Ahmet
Rıza, Abdülhamit’e çeşitli sorunlar hakkında altı rapor yazıp gönderdi ve bu
arada da İttihadi Osmani ile ilişkiye geçerek onlara İttihat ve Terakki adını
benimsetti.
Ermeni eylemlerini bütün şiddetiyle İstanbul’da gören
İT’liler ilk kez gizli bir bildiri hazırlayıp duvarlara yapıştırdılar. Bu
yazılarda Ermeniler’in davranışları eleştiriliyor ama bu eylemlerin, zulüm, istibdat ve
idaresizlikten ileri geldiği bildiriliyordu. İT’nin bu faaliyetleri karşısında hükumetin baskısı arttı ve bir çok
tıbbiyeli ya hapse düştü ya da sürüldü. Bir kısmı ise rahat çalışabilmek için
yurt dışına kaçtı.
İT, 1896’da önemli bir örgüt olmuştu, bir çok kumandan ve
yüksek memur buraya üyeydi. Hatta bir ara Abdülhamit’e karşı darbede
planladılar ama bu önceden haber
alındığı için yakalandılar ve çeşitli yerlere sürüldüler.
Bu arada Berlin Kongresi’nde alınan karar gereği
Yunanistan Tesalya’yı işgal etti. 1896’da da Girit’te isyan çıktı, ertesi sene
ise Yunanlılar buraya da asker çıkarttı.
Bunun üzerine Abdülhamit, Yunanistan’a savaş ilan etti ve Osmanlılar
Tesalya’ya girdiler ama büyük
devletlerin araya girmesiyle Tesalya boşaltıldı ve Girit, tarafsız ve özerk
hale getirildi.
Burayı büyük devletlerin onayladığı Hıristiyan bir vali
beş yıl süreyle yönetecekti. Osmanlı askerleri ve yöneticileri adadan
çıkarıldı. Girit’e vali olarak atanan kişi de Yunan kralının oğlu Yorgi’ydi, işte böylelikle Girit’te Osmanlı'nın elinden
çıkmış oldu.
Bu arada Avrupa’daki Jön Türk hareketinin başına Mizancı
Murat geçmiş ve Ahmet Rıza tasfiye edilmişti. Bu arada Abdülhamit de boş
durmuyordu. Yunanlılara karşı “kazanılan zaferin” de verdiği üstünlükle
Avrupa’da resmi bir bildiri yayınlattı. Bu bildiride muzır faaliyette
bulunanların bu işten vazgeçmeleri
halinde affedilecekleri duyuruluyordu. Ayrıca ülkeye dönenlere memuriyet,
Avrupa’da kalanlara da burs
sağlanacaktı. Mizancı Murat, pazarlığa girişti ve döndü ama dönenlere verilen tek taviz idam cezalarının hapise
çevrilmesi oldu.
Bu arada Bağdat Demiryolu projesine İngiliz ve Alman
şirketleri talip olmuştu. Abdülhamit oyunu Alman şirketinden yana kullandı,
zaten epeyden beri Abdülhamit’in Almanya’ya
yakın bir politika izlediği görülüyordu. Almanların da Osmanlılarla
yakınlaşmaya çalıştığı çok açıktı. Alman
İmparatoru II.Wilhelm İki kez İstanbul’u ziyarete gelmiş, Suriye ve Filistin’e
gitmiş, Abdülhamit’i dünya Müslümanlarının lideri diye selamlamıştı. Bir
anlamda Almanya, İslamcılık siyasetini desteklemiş ve teşvik etmiştir. Bu arada
demiryolu yapımı için aday olan İngiliz şirketinin, savunuculuğunu üstlenen
Damat Mahmud Celaleddin Paşa, oğlu Sabahattin’i de yanına alarak yurt dışına
kaçmak durumunda kaldı. Hanedandan birilerinin istibdattan kaçarak Avrupa’ya
sığınmaları dışarıda etki yarattı ve Jön Türk hareketi Avrupa’da yeniden
canlandı.
Prens Sabahattin’in girişimi
ile ilk Jön Türk kongresi, Ermeniler’in de
katılımıyla 1902 yılında, Paris’te
kırk delegenin katılımıyla yapıldı.
Bu kongrede iki ayrı tez savunuldu, birinci tezi ortaya
atanlar:
*Sadece yayınla, propaganda ile devrim yapılmaz
*Askeri kuvvetlerin de devrime katılması gerekir, derken;
ikinci tezi ortaya atanlar:
*Devrimin yapılabilmesi için yabancı müdahale
sağlanmalıdır, diyorlardı.
Bu nedenlerle kongre bölünme ile sona erdi.
Makedonya meselesi ve II. Meşrutiyet’in
ilanı
Makedonya; Kosova, Selanik ve Manastır vilayetlerini kapsayan
bölgedir. Bu bölgenin en büyük "sorunu" her dinden ve her etnik gruptan
insanların bir arada yaşamasıydı. Dolayısıyla burası kime ait olacak, sorusunun
cevabı verilemiyordu. Uzun müddet Osmanlı’nın
elinde kalabilmiş olmasının nedeni de budur. Özellikle Bulgarların
burada yoğun bir faaliyeti vardı ve bu toprakları kendilerine katmaya
çalışıyorlardı.
Bu arada Abdülhamit, mektepli subayları İstanbul’da tutmadığı için çoğu subay
Makedonya’ya gönderilmişti, dolayısıyla burada bir çok mektepli subay bir araya toplanmıştı. Bu yoğun siyasi ortamda, Osmanlı’nın batıya açık bu
bölgesinde bir anlamda ciddi bir siyasi eğitimden geçiyorlardı.
Bu arada dünyadaki
gelişmeler de ilginçti ve bunlar da; subayları, jön Türkleri, İT’yi etkiliyordu. Bu gelişmelerden bazıları
şunlardır:
*Makedonya adım adım Osmanlı’dan koparılıyordu ve bu
durumda Abdülhamit bir şey yapamazdı, yapmıyordu.
*1905 Rus-Japon Savaşı’nda Rusya; Japonya’ya, dünyanın
hayret dolu bakışları arasında yenilmişti.
*1905 yılında Sovyetlerde ihtilal olmuş ve çar
meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmıştı.
*1906 yılında da İran’da meşruti yönetim kurulmuştu.
Bu gelişmelerden ve yıllardan beri devam eden Jön Türk
hareketinden etkilen bir grup asker, aydın Selanik’te “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ni
kurdu. Başlarında Talat Paşa vardı. Bu cemiyet de hücre biçiminde örgütlenerek
mektepli subayların arasında hızla yayılmaya başladı.
Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne mensup olan bazı kişiler yurt dışına kaçmak
zorunda kalınca Avrupa’daki jön Türk hareketi ile ilişkiye geçtiler. İttihat ve
Terakki
üyesi Dr. Nazım, Selanik’e geldi ve bu iki örgüt birleşti (eylül 1907).
Bu arada Makedonya meselesinde gelişmeler vardı. Rusya ve
Avusturya Makedonya ile ilgili olarak bir ıslahat programı
hazırladılar. İngiltere, bir genelge ile bölgedeki Osmanlı askerinin azaltılmasını istedi. Yine
İngilizler, 3 mart 1908 yılındaki genelgelerinde; Makadonya’yı oluşturan üç vilayete tek bir vali
atanmasını ama bu valinin Avrupa devletlerinin himayesinde olmasını
istediler. Bunun üzerine Terakki ve İttihad
(o sıralarda adlarını böyle değiştirmişlerdi) Manastır’daki büyük devlet
konsolosluklarına bir rapor gönderdiler. Bu raporda “dertli olan sadece
Makedonya değil, istibdat yönetimi altında buluna bütün Osmanlı
ülkesidir”deniyordu.
3 temmuz 1908’de ise Resne’de Kolağası Niyazi Bey, 200
asker ve 200 sivilden oluşan bir kuvvetle dağa çıktı ve meşrutiyet istediklerini bildirdiler. Bu arada Makedonya’daki Arnavutlar da saraya bu yönde telgraflar çekince hareketi
bastırmaya çabalayan Abdülhamit durumun umutsuz olduğunu düşünüp 23 temmuz
gecesi meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.
Fark edileceği gibi II.Meşrutiyet Hareketi, birincisine
benzemez, aşağıdan yukarıya doğru gelişen, belli bir kitle temeline dayanan bir
harekettir ve bu özelliğiyle Avrupa’daki liberal hareketlere benzer. Bu
özelliğinden ötürü bir çok tarihçi bu olayı bir devrim, bir ihtilal olarak
düşünmüştür.
Kaynak
Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, 1988, cilt 3, s:165-183
AnaBritannica, Osmanlı Maddesi, cilt 17
http://bonpurloryan.com/2016/01/05/1908-devrimi-ozgurluk-esitlik-kardeslik-adalet/
Yazar adı belirtilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.
http://bonpurloryan.com/2016/01/05/1908-devrimi-ozgurluk-esitlik-kardeslik-adalet/
Yazar adı belirtilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder