08 Nisan 2016

Göçebe Savaşçılar ve Boylar Konfederasyonu Hakkında Üç Görüş

Dilara Kahyaoğlu
2014

Amaç: Göçebe, savaşçı, göçebe, yerleşik vb. kavramlar üzerinden Orta Asya topluluklarının ekonomik, siyasi ve sosyal yapısını inceler, tartışır.
Kilit Beceriler: Analiz,  Araştırma, Yazma, Kanıt Kullanma, Çıkarında bulunma



Kaynak 1: 
İbn-i Haldun  (1332 Tunus -  1406 Kahire)

1a. İbn-i Haldun Enstitüsünün sembolü 
 Arap-Amerikan Müzesi, Michigan
Modern historiyografininsosyolojinin ve iktisadın öncülerinden kabul edilen 
14. yüzyıl düşünürüdevlet adamı ve tarihçisi. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas'ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır'da çalıştı. Kuzey Afrika'nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır'da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam'ı işgal eden Moğol İmparatoru Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti.

Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe geçiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime'yi yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkiledi. Başta Kâtip ÇelebiNaima ve Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü. Öyle ki Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle dedi: "Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi".

Kaynak 2: 
İbn-i Haldun Ne Diyor? (Birinci Görüş)

*İbni Haldun’a göre yerleşik tarımcı yaşam biçimi nedeniyle barışçı, çoban ise savaşçıdır.

*Devletlerin tıpkı canlı bir organizma gibi olduğunu düşünen İbni Haldun bir devlet; “Doğar, büyür, ihtiyarlar ve ölür”diyor. Göçebe devletlerin ömürlerini de buna göre dönemlendirir.

*Göçebelerde, aynı soydan gelen akraba olduklarından “asabiyyet” denilen “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için“ şeklinde özetlenebilecek kabile dayanışması çok güçlüdür.

1-İlk dönemde göçebeler devleti kurmak için gereken güç ve üstünlüğü ancak “asabiyyet”ten bulur ve devlet doğar. “İlk dönemde devletin başında bulunan kimse ululuk göstermek vergiler ve paralar toplamak, devletin sınırlarını korumak konusunda kavmi için iyi bir örnek oluşturur. Onların görüş ve oylarını almadan tek başına bir şey yapmaz”.

2-Bu dönemde devlet başkanı köleler edinmeye başlar ve bunların sayısını çoğaltır ama asabiyyet hala devam etmektedir.

3-Hükümdar, asabiyyetin kudretini kırar, onları boyunduruğu altına alır. Mal ve serveti kendisi için ayırıp onları yoksul bırakır. Bundan sonra gelen topluluklar, savaşmakta tembelleşir, göçebelik alışkanlıklarını unuturlar. Oysa devleti o sayede kurmuşlardır.

4-Böylece ihtiyarlık dönemine giren devlet artık asabiyyeti güçlü yeni bir kabile tarafından yıkılmaya hazır hale gelmiştir ve ölür. Onun yerinde kazanan kabilenin önderliğinde yeni bir devlet ortaya çıkar.
(İbni Haldun'dan aktaran) Avcıoğlu, Doğan. Türklerin Tarihi.  s: 209-210'dan  kısaltılarak alınmıştır.

Kaynak 3: 
Wolfram Eberhard, (1909-1989)
Çin dili ve tarihi ile Türk halk masalları alanında çok sayıda çalışma yapan Alman sosyolog.
Berlin’de Doğu Dilleri Okulu’nda ve Berlin Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Nazilerin 1933′te iktidara gelmesi üzerine Almanya’dan ayrıldı. Çin’e giderek Pekin Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. 1936′da Doğu Halkları Bilim Müzesi müdürlüğüne getirildi. 1937′de Türkiye’ye geldi ve 1948′e değin Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Çin dili ve tarihi profesörü olarak ders verdi. 1948-76 arasında ABD’de California Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olarak çalıştı. 1964′ten sonra Heidelberg Üniversitesi’nde konuk profesör oldu, Mainz Bilimler ve Edebiyat Akademisi’nin, Münih’teki Bavyera Bilimler Akademisi’nin ve Amerikan Folklor Derneği’nin üyesi olan Eberhard’ın Çin Tarihi (1947) ve Uzak Doğu Tarihi (1957) adlı kitapları ilk kez Türkçe olarak yayımlanmış, daha sonra yabancı dillere çevrilmiştir.
Ayrıca Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi’nde de pek çok makalesi yayımlanmıştır.
(AnaBritannica s: 599)

Kaynak 4:
Bozkır İmparatorluklarının Kuruluş ve Yıkılış Yasası (İkinci Görüş)
Bozkırda bir boy ve budun konfederasyonun dağılması sonra güçlü bir boy çevresinde yeni bir konfederasyonun doğması, “değişmez yasa” sayılır. Bu değişmez sayılan yasanın sosyo – ekonomik açıklamasını Eberhard, özet olarak şöyle yazar:


“Bunların ekonomisine büyük hayvan yetiştirme ekonomisi denebilir. Özellikle at yetiştirilir, eti ve sütü yenir, içilir. Sığır ve koyunda beslenir. Aynı zamanda az miktarda yardımcı tarımla da uğraşılır, böylece kış yemi ile ek yem sağlanır idi. Avcılık de ek besin kaynağı olarak bir rol oynar idi. Fakat Çin Han sülalesi (MÖ. 206 – MS. 220) döneminde Hunlarda (Hiung-nu) tarım yavaş yavaş kalkar. Çünkü Çin’den buğdayın ticaret yoluyla elde edilmesi daha ekonomiktir. Çin tarım bölgesine yapılan yağma akınlarıyla avcılık da değer ve önemini yitirir. Böylece Han dönemi Hunların ekonomik yapısı, yağma ya da ticaret ile davar yetiştirme kültürüne dönüşür. 

Bundan sonra birçok bunalımlar birbirini izler: Yağmacılığın sonucu olarak, kısa bir süre için tarımcı Çinliler, göçebe Hunlara düzenli haraç verirler. Bununla ticaret başlar. Göçebenin yüksek tabakası olan hükümdar ile soylu aileler, yeni malların tüketimine yönelirler, gittikçe daha görkemli malları tüketirler. Böylece tarımcı ülkenin üretimine daha çok bağımlı olurlar. Göçebelerin soylu tabakasını hoşnut etmek için, değişimde tarımcı ülkeye sağlanması gereken mallar, göçebe halk tabakasının gittikçe daha çok vermek zorunda kaldıkları atlarından, kocabaş hayvanlarından ve onların ürünlerinden ibarettir. Bu nedenle, göçebe arasındaki toplumsal çelişkiler, daha çok belirginleşir. Aynı zamanda soylu tabakalar gevşerler, askeri güçlerini yitirirler. Malların göçebeye akıp gitmesi, tarımcı ülke (Çin) ekonomisini elverişsiz yönde etkiler ve bu malların dışarıya gönderilmesinin önlenmesi eğilimi güç kazanır. Öte yandan, göçebenin bu mallar karşılığında verdiği at, bir savaş silahıdır; at, tarımcı ülkenin askeri gücünü çoğaltır. Değişimden kaçınma eğilimi yeter derecede ilerlediği zaman, dostça(rüşvet) ya da düşmanca(savaş) çatışmalar olur. Tarımcı ülkenin savaştan amacı, göçebe siyasal birliğini parçalamak, boyları dağıtmak ve bu yoldan onları güçsüzleştirmektir. Ayrıca göçebenin otlaklarını ele geçirince, Çin köylüsü bu otlaklara ekip biçmesi için yerleştirilir. Göçebeye haraç ödenmesi sona erer. Göçebe siyasal birliği çözülür. Topluluk ayrı ayrı boylara bölünür. Ek besini de sağlayamadıklarından, göçebe halk kitlesi gibi, soylular da fakirleşir.

Fakirleşmeyi boylar arasındaki savaşlar izler. Boylar arasındaki savaşların amacı, bir boyun öteki boyun hayvan sürülerini ve otlaklarını zorla ele geçirerek, insanlarını köleleştirerek kendi beslenme sorununu çözmeye çalışmasıdır. Savaşı kazanan boyun, bu yoldan yaşam düzeyi yükselir. Savaşta kazanan boyların kişisel yetenek sahibi şefleri, böylece kısa zamanda parolaları savaşmak olan yeni boy birlikleri kurabilirler. Çok geçmeden savaş öteki boy birliklerine, tarımcı devlete karşı verilir. Bunu tarım devletine karşı verilen daha büyük savaşlar izler ve yukarıda belirtilen bunalımlar yeniden başlar. Bozkır devletlerinin böyle meydana geldiklerini sanıyorum”.            
Avcıoğlu, Doğan. Türklerin Tarihi içinde. s: 456-58

Kaynak 5: 
ABD’li tarihçi. Dünyanın en saygın tarihçilerinden biridir ve 2006'da emekli olana kadar lisans eğitimini de gördüğü Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'nde profesördür. Batı’nın Yükselişi kitabıyla tarih teorisini etkiledi. Bütün kültürlerin birbirini etkilediğini, Avrupa uygarlığının MS 500’den sonraki üstünlüğünü içinde bulunduğu istikrarsızlığa bağladı. Bu yüzden dinamik bir nitelik kazanan Avrupa uygarlığı sürekli kendini yenileyerek Doğu uygarlığının eski dengesini bozmuştur. Toynbee, uygarlıkların doğuşunu ve yıkılışını dış etkeni dikkate almaksızın tamamen iç dinamiklerle açıkladı. W. McNeill’in tezi bunun tam bir karşıtıdır.


Kaynak 6:  
Çoban Topluluklar (Üçüncü Görüş)
Tarla açma tarımı yayıldıkça ve bu yaşam biçimine bağlı kişilerin sayısı arttıkça, ilk çiftçilik yöntemlerinde yapılan iki değişiklik büyük bir önem kazandı. Tarımın ilk başladığı dağlık ve tepelik alanın kuzeyinde bulunan Avrasya’nın büyük bozkır bölgesinde az ağaç ve bu nedenle tarla açma tarımına doğal olarak uygun az yer vardı. Öte yandan bozkıra özelliğini veren geniş otlaklar evcilleştirilmiş hayvan sürülerinin yaşamasına uygun yerlerdi. Bu durumda bozkırın avcıları ilk çiftçilerce geliştirilen bir dizi uğraşı ile karşılaştıklarında, tahıl tarımının gerektirdiği yorucu ekme biçme işlerini benimsemeyip, hayvan evcilleştirmeyi benimseyerek, coğrafi çevrelerine etkin bir uyum gösteriyorlardı.
Böylece, tarımın ne olduğunu bilen, ama onu hor gören kendine özgü bir çoban yaşam biçimi ortaya çıktı. Dağların güneyinde, daha sıcak ve daha kurak olmakla birlikte, otlakların, Arap Yarımadası’nın büyük yayı boyunca çölü renklendirdiği, kuzeyin bozkırlarına benzer bir çevre vardı. Bu bölgede de çobanlık, neolitik çiftçilik tekniklerinin bir çeşitlemesi olarak gelişti. Güney bölgesinde evcilleştirilen hayvanların çeşitleri, kuzeyde yeğlenen iri hayvanlardan farklıydı. Koyunlar, keçiler ve eşekler, yarı çöl ikliminde yaz ayları çekilen yem kıtlığına, iri yapıları kuzey bozkırının soğuk kışlarını ölmeden geçirmelerinde yardımcı olan sığırlardan ve atlardan daha iyi dayanabildiler.

Çobanlığın, tarım dünyasının kuzey ve güney kıyılarında, çiftçilikten farklı bir yaşam biçimi olarak ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak tarihlendirilemez. İ. Ö. 3000’den önce çoban yaşamı sürdürenlerin sayısı bir olasılıkla pek fazla değildi. Bu tarihten çok sonraları bile, bozkırda çobanlık yaşamına tam bir uyum görülmez. Örneğin, at sırtına binmek gibi basit teknikler, belki eğer üzerinde yaşam, ürkmeden insanların sırtına binmesine izin verecek biçimde eğitilebilecek türden atların yetiştirilmesini ve ilk girişimlerin sonucu, hayvanların kendisini sırtından fırlatmasıyla yere hoş olmayan bir düşüş yapsa bile denemelerini sürdüren kişileri gerektirdiği için, İ. Ö. 900’den sonraya kadar yaygınlaşamadı.

Çoban topluluklar da avcılar gibi otoburların asalaklarıydılar. Hayvanları için ot peşinde koşarken birbirinden oldukça uzak bölgeler arasında dolaşarak göçebe bir yaşam sürdürmeleri bakımından da avcılara benziyorlardı. Çobanlar çoğu kez, yılın her mevsiminde sürüleri için en zengin otlaklara giderek, az çok düzenli bir göç biçimi izlediler. Hepsinden öte, koyun ve sığır çobanları sürülerini, ister hayvanlar ister başka insanlar olsun, rakip etoburlardan korumak zorundaydılar. Böyle bir yaşam, rakipleri o topluluğun geleneksel otlaklarını istila etmeye ya da sürülerine saldırmaya kalktıklarında, yürüyüş rotasını kararlaştırabilecek ve ivedi durumlarda tüm toplumun komutasını eline alabilecek bir şefi gerektirdi. 

İlk çiftçi topluluklar oldukça barışçı ve eşitlikçiyken, başarılı büyük hayvan avcılarının ayırt edici özelliği olan savaşçı örgütleniş ve şiddete başvurma alışkanlıkları böyle bir çoban yaşamında önemini yitirmedi. Aralarındaki bu zıtlık, çobanlara, çiftçilerle herhangi bir çatışmada açık bir üstünlük verdi. Gerçekten çobanlar öylesine büyük bir üstünlüğe sahip oldular ki, her zaman öteki insanları, boyun eğdirerek ve onları hayvanlarıymış gibi sömürerek evcilleştirmeye kalkıştılar. İnsanlığın Eski Dünya’da bundan sonraki tarihi, çiftçiliğin olanak verdiği sayısal üstünlükle çobanlığın gerektirdiği siyasal-askeri üstünlük arasındaki etkileşim çevresinde döndü. Bu denge, toplumsal örgütlenmedeki, toplumsal birlikteki ve teknolojik gelişmelerdeki iniş çıkışlara göre, bazen bir taraftan öteki taraf yararına bozuldu. Dengenin bozulmasında, arada bir, bir büyük fatihin ve imparatorluk kurucusunun ortaya çıkması ya da yıkıcı bir salgın hastalığın patlak vermesi de etkili oldu. Çiftçilerle çobanlar arasındaki ilişkilerdeki büyük değişiklikler her yerde ve her zaman insan toplumunu sarsıp rahatını kaçırdı, fakat aynı zamanda bu iki farklı yaşam biçimi arasındaki kanlı çatışmalar insanları başka hiçbir biçimde göze alamayacakları yaşam deneyimlerine itti. Bu nedenle İ. Ö. 3000 dolaylarından sonra, toplumsal evrim Avrasya’nın her yerinde büyük ölçüde hızlandı.                                 
McNeill, William H. Dünya Tarihi. s: 29-31



ÇALIŞMA SORULARI                                                                  
1.       İbni Haldun,  “asabiyyet” kavramını kullanıyor. Bu nedir?
Ve bu kavramı yazarın göçebe toplumlarla ilgili olarak ileri sürdüğü görüşlerinin merkezine oturtabilir miyiz?  Neden, nasıl, açıklayınız.

2.       Eberhart, savaşçı – göçebe toplumların yükselişini ve çöküşünü hangi nedenlere bağlayarak açıklamaktadır. Saptayıp yazınız.

3.       William H. McNeill, çobanlar ile çiftçiler arasındaki çatışmanın nedeni olarak nasıl bir görüş ileri sürmektedir?
Yazar, bu çatışmayı dünya tarihinde, uygarlık tarihinde; olumsuz sonuçlara yol açan bir durum olarak görüyor mu? Bununla ilgili ipucunu bulup yazarın neler ima etmeye çalıştığını düşünerek yazınız.

4.       Üç metin (veya iki metin) arasında ortak olduğunu düşündüğünüz görüşler var mı?

5.       Buradaki metinlerde anlatılan savaşçı – göçebe topluluklar;  Germenler, İskitler, Kimmerler, Keltler, Hunlar, Göktürkler vb. olabilir. Bunlar günümüz dünyasında hala var mı? Yoksa nereye gittiler, varsa neredeler? Araştırıp, düşünüp, tartışınız.

6.       “Fetheden de biziz, fethedilen de”… Bu sözü Engels, göçebe savaşçılar için söylemiş. Anlamını düşünün ve yukarıdaki kaynaklar arasında bu görüşü destekleyecek görüşler olup olmadığını düşünüp,  yazınız.

7.       "Türk dostu" olarak bilinen tarihçi Toynbee bile şunları söylemekten kendini alamaz:

“Göçebe Türkler başka uygarlıklara bağlı toplulukları yönetimleri altına almakla, dağcılık bilmeden sarp bir kayaya tırmanmaya kalkışan gözü kara sporcunun yaptığına benzer tehlikeli bir işe girişmiş oldular. Böyle bir durumda bu “dağcı” kayanın belli bir yerine kadar tırmanabilir ama orada durmak zorunda kalır. Ne o tehlikeli yerden inebilir, ne de tepeye tırmanabilir. Ama orada durmak zorunda kalır. Geri kalan enerjisini durdukları yarı yolda tutunmaya harcarlar. Çünkü göçebenin yerleşik uygarlıkları yönetmeye kalkması, başka bir deyimle hayvan çobanlığı yerine insan çobanlığına özenmesi olanaksız bir işe girişmesi demektir.”

Toynbee’nin ne demek istiyor?  Böyle bir iddiada bulunmasının nedenleri nedir?
Yukarıdaki kaynaklar arasında yazarın bu iddiasını destekleyecek kanıtlar/ görüşler var mı?


****
Bu çalışma "Uygarlıklar Tarihi 2 Öğrenci ve Öğretmenler İçin Çalışma Kitabı" için hazırlanmış ve orada yayımlanmıştır.

Yazar adı belirtilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Hocam nasıl yapacağız soruları