07 Nisan 2016

İki Feodalizm

Dilara Kahyaoğlu
2014

Amaç: Asya ve Avrupa feodalizmlerinin karşılaştırarak inceler. Zihin haritası tekniği ile analiz eder.

Kilit Beceriler: Karşılaştırma, Çıkarımda Bulunma, Analiz, Zihin Haritasını Kullanma/Okuma, 




Kaynak 1: 
Avrasya Tipi Feodalizm
Erken devlet ve imparatorlukların asıl sorunları fetih aşamasının ardından ortaya çıkıyordu. … İlk hükümdarın birbiriyle bağlantılı üç sorunu çözümlemesi gerekiyordu: adamlarını nasıl ödüllendireceği, yeni fethedilen toprakları nasıl kontrol edeceği ve bir orduyu nasıl besleyeceği. 

Çözümler, temel bir zorlamaya dayanmak zorundaydı; toprak neredeyse tek zenginlik aracı ve göstergesiydi. Benimsenen çözümler neredeyse hep aynıydı; fethedilen topraklar hükümdar istediği zaman verilecek, belli sayıda askeri beslemek üzere kullanılabilmeleri amacıyla, elit tabakadan kişilere bağışlanıyordu. (Bu sisteme Avrupa tarihinde "feodalizm" deniyor, ancak bu sadece Avrasya’nın tamamında binlerce yıl boyunca alışılmış olan bir olgunun bir görüntüsüydü.) 

ilk başta bu bağışlar genellikle asker sağlama koşuluna bağlıydı; hükümdar tarafından geri alınabiliyor ve mirasla aktarılamıyordu. İlk hükümdarlar bağış sahibi öldüğünde toprakları başkalarına verebilecek kadar güçlü olabiliyorlardı zaman zaman. Bununla birlikte, genel eğilim bu toprak sahipliğinin çok hızlı bir şekilde soydan soya geçmeye başlamasıydı. Bu bir kez gerçekleştikten sonra hükümdarlar kendi güç merkezlerini oluşturmuş ve kendi askerlerini kontrol edebilen yerel elitler üzerinden çok daha az kontrol sahibi olmaya başladılar.

Bu durum onları destek sağlamak üzere pazarlık yapmak durumunda bırakıyordu. Hükümdarın bu yerel elitleri denetlemek üzere kendi otoritesin temsil eden mahalli ve taşralı valileri tayin etmesi gerekiyordu. Sorun, eğitimli bir bürokrasi söz konuşu olmadığı için hükümdarın bu görevi verebileceği (ve güvenebileceği) az sayıda kişi olmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle imparatorluklar genellikle birkaç büyük valiliğe ayrılıyordu, bu valilikler aile hükmünün sürdürülmesi amacıyla, hükümdar ailesinden işbirliğine biraz ilgi göstermeleri beklenen kişilere emanet ediliyordu. Güçlü bir hükümdar söz konuşu olduğunda bu sistem işleyebiliyor, ancak olumsuz yönü, taht verasetine karşı çıkıldığı durumlarda kraliyet ailesi üyelerinin yararlanabileceği büyük güç merkezlerinin oluşmasına yol açmasıydı.

Şayet taht veraseti sorunlarından kaçınabilirse, erken imparatorluklar bir süre için nispeten istikrarlı olabiliyorlardı. Ancak yine de, genellikle iç sorunlar birikmeye başlıyordu. Elit tabaka soydan soya geçen mülklerine iyice yerleşiyor ve topraklarını, ya yoksullaşmış köylülerden satın almak veya doğrudan doğruya el koymak yoluyla büyüterek daha da fazla güç kazanıyorlardı. 

İmparatorluklar kurulduğunda yürürlüğe konan vergi sistemleri, giderek varsıllığın gerçek dağılım  sınırlarının dışına çıktıkça yavaş yavaş verimliliklerini de kaybediyorlardı. Elit tabaka giderek vergi vermekten kaçındıkça ve vergi ödemeyen kurumlara, özellikle dini gruplara, daha fazla toprak bağışlandıkça bu sorun şiddetleniyordu. Hükümdarın elde edebileceği varsıllık, yetersiz ulaşım şartları nedeniyle denetlenmeleri zor olan güçlü taşra elitlerinin yükselişine paralel olarak azalma eğilimindeydi. Her iki eğilim de bir orduyu beslemenin giderek zorlaşması anlamına geliyordu. Vergileri artırmaya çalışmanın genellikle bir yararı olmuyordu ve sadece taşra isyanlarına veya köylü ayaklanmalarına veya her ikisine birden yol açıyordu. Genellikle bir kısır döngü ortaya çıkıyordu; iç zafiyetlerin artması, taşra isyanları ve taht veraseti kavgaları bir araya geldiğinde, dış baskılara karşı koyma kabiliyetinde bir azalmaya, toprak kaybına ve bu nedenle gelir kaybına, daha fazla zayıflığa ve sonuç olarak çöküşe yol açıyordu.

Bu çöküşün gerçek doğası imparatorluktan imparatorluğa değişiyordu. … Genellikle sadece, çok güçsüz ve dayanıksız olan devlet yapısı, yeni hükümdarlar tarafından yerine yeni bir grup getirilerek ortadan kaldırılıyordu. Halkın büyük çoğunluğu -köylüler- için genellikle çok az şey değişiyordu. Mülk sahibi yeni elitlerin gelmesi, hükümdarlarıyla çoğu zaman az temasları olduğu için temelde pek bir şeyi değiştirmiyordu. Yeni hükümdarlar bir iç savaş ve fetih döneminin ardından bir miktar istikrar sağlayabilirlerdi, ancak bu aynı zamanda etkili bir vergilendirme ve az miktardaki yiyecek fazlasına el konulması anlamına geliyordu.

Ponting, Clive. Yeni Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi. 2011/2. s: 129, 130- 131


Kaynak 2:
Qu'est-ce que la féodalité?  [Feodalite nedir?]
Batılı tarihçiler dokuzuncu yüzyılın son yıllarını genellikle Karanlık Çağların “en karanlık saati” olarak tanımlar. Batı ülkelerindeki bu kargaşa[1] feodaliteyi doğurdu. Nedenlerle sonuçları ayırt etmek kolay değil, fakat siyasal otoritenin parçalanması ve yerel birimlerin savunmasızlığı bir dizi siyasal, hukuki, toplumsal, ekonomik ve askeri gelişimde etkili oldu ve bunlar bir arada daha sonra kuramcıların "feodal rejim" adını verdikleri biçimi oluşturdu. 

Gerçekte feodalizm tek biçimli bir sistem değildir. Birçok tanım ve farklılık sorunu vardır. Konunun en etkili modern özetlerinden birine Qu'est-ce que la féodalité?  [Feodalite nedir?] adını vermek zorunlu olmuştur:  “Feodalite, teknik anlamıyla... Birtakım hür insanlara (lordlar) karşı öteki hür insanların (vassallar)...itaat ve hizmet düzenlenmeleri ve zorunluluklarını...ve lordun vassalına karşı koruma ve himaye zorunluluklarını yaratan kurumlar toplamı olarak görülebilir.”

Anahtar öğeler, ağır süvari, vassallık, tımar, bağışıklık, özel kaleler ve şövalyeliktir.

Feodalite adının türediği feodum veya fief (tımar) eski beneficum, yani bir efendinin gelecekte talep edeceği hizmetleri karşılında bir arazi parçasını armağan olarak vermesi uygulamasından gelir. Zamanla feodal ödeme tarifesi gelişti ve genişletildi. Aslında şövalye hizmeti verilen bir arazi karşılığında kaç şövalye hazırlanacağına bağlı olarak hesaplanıyordu. Ama şato bekçiliği ve refakat görevleri, lordun sarayındaki adli hizmet, lordun meclisindeki danışmanlık ve çeşitli "yardım" görevleri de buna eklendi.

Tımar ilke olarak bölünemez ve devredilemezdi. Sözleşme iki taraftan birinin ölümü halinde kendiliğinden geçersiz oluyordu. Uygulamada vassallar akrabalarının haklarını devralmaları ve toprağı bölmek veya devredebilmek hakkını elde edebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Lordlar da kendi adlarına kadınların, küçüklerin veya kısıtlıların hakkı devralışını kısıtlamaya çalıştılar.

Feodalitenin, fiefler kalıtımsal hale geldiğinde ve vassallıkla uyumlu bir bütünlük oluşturduğunda ortaya çıktığı genellikle kabul edilmektedir. Feodalite "vassalın konumuyla feodal sistemi oluşturan tımar tasarrufu arasındaki ayrılmaz birliktir." Ama son haliyle vassallık ve tımar verme bağdaşmaz olmuştur. Vassallar, şövalye ailesinden gelen kişiler olarak lordlarının çıkarlarını korumaya yemin etmişlerdi. Tımar sahibi olarak da kendi çıkarlarını kollamak durumundaydılar. Feodal toplumun karakteristik özelliği olan çekişmeler, ihanetler buradan ortaya çıkıyordu.

Feodal toplum, krallıktaki en üst mertebeden kişiyle en alttakini birbirine bağlayan yoğun bir sözleşme ilişkileri şebekesi halindedir. En yüksek düzeyde tımar vermek demek, hükümdarla onun "başta gelen kiracıları" yani krallığın önemli eyaletlerini ellerinde tutan baronlar arasındaki sözleşme anlamındadır. Ama başta gelen kiracılar da daha aşağıdakilere tımar verme haklarını kullanırlar ve böylece en alt statüye kadar inilir. "Üst"lerine göre vassal konumunda bulunan birçok kişi "alt"larına göre lord konumundadır.

Neredeyse herkes toplumsal düzen içindeki yeri tarafından koşullanmış biçimde hukuki veya duygusal bağımlılık baskısını hissediyordu. Bu bağlar onlara güvenlik hissi ve sorgulanamaz bir kimlik çerçevesi veriyordu. Ama aynı zamanda bireyler sömürü, baskı ve irade dışı unutuluşa açık hale geliyordu. Ortaçağ'ın modern topluma göre karakteristik olan zıt tarafı bireysel özgürlüğün olmamasıydı.

Yaşamları konusunda duydukları güçsüzlük hissinin de Ortaçağ insanlarının dinle bu kadar dolu olmaları ve özellikle ölümden sonra yaşam inancının ve marazi ölüm kültlerinin bu kadar güçlü olduğunu da düşündürtmektedir.

Davies, Norman. Avrupa Tarihi. s:339-344'ten kısaltılarak alınmıştır.

1.   Yazar, Kavimler Göçü sonrası ortaya çıkan  “Barbar” Krallıklar arası savaşları, taht kavgalarını, diğer kavimlerin akınlarını, Macar ve Berberi Müslümanların saldırılarını,  Normanların güneye inişini ve daha başka birçok şeyi kastediyor.



Çalışma Soruları

1. Kaynak 1’in Zihin Haritası ile analizi… Yukarıdaki metni okuyarak aşağıdaki zihin haritasında yer alan boşluklara uygun cümleleri yazıp, sarı kutucuklarda yer alan iki soruyu yanıtlayınız. Daha fazla ana ok ekleyebilir  (1,2, 3, 4 vb.) veya bir oku başka oklarla bağlayarak; neden-sonuç ilişkisini zincirleme uzatabilirsiniz (B2’de olduğu gibi). VEYA Buradaki zihin haritasını unutup, kendiniz yepyeni bir harita hazırlayabilirsiniz.




2. Kaynak 2’yi okuyarak benzer bir zihin haritasını da siz hazırlayınız. Bunun için öncelikle metinde yer alan fikir ve bilgileri sınıflandırmanız gerekecektir. Ana fikirleri (ana başlıkları ) ve onlara bağlı alt başlıkları bularak işe başlayabilirsiniz.

3. Birinci kaynakta Ponting, Avrasya’nın “erken” devletlerinde ortaya çıkan adına Feodalizm dediği bir sistemi anlatıyor. İkinci kaynakta Davies,  Avrupa’da ortaya çıkmış olan Feodalizmle ilgili ayrıntılı bir bilgi veriyor. 
İkisini karşılaştırarak benzerlik ve farklılıklar listesi hazırlayınız. 

****
Bu çalışma "Uygarlıklar Tarihi 2 Öğrenci ve Öğretmenler İçin Çalışma Kitabı" için hazırlanmış ve orada yayımlanmıştır.
Yazar adı belirtilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.




Hiç yorum yok: