28 Eylül 2017

Polisiye Romanlarının Altın Çağı

Dilara Kahyaoğlu
2007

http://noobist.com/feature/changing-faces-transformations-sherlock-holmes/
Büyüteç, şapka ve pipo; Holmes’un simgeleridir. Simge olarak büyüteç boş yere seçilmemiştir, 
Holmes’un en önemli özelliği sürekli ipucu toplaması ve onları incelemesidir.
Okuma Metni Kullanılarak Deneme Yazılması ve Dönem Analizi
(Bireysel çalışma) “polisiye romanlarının altın çağı” isimli metin ve ilgili başka kaynaklar kullanılarak, yönlendirici sorular eşliğinde araştırma yapılır ve soruların çizdiği çerçevede bir deneme yazmaları istenir. Daha sonra sınıf tartışması yapılır.
         

Deneme için yol gösterici sorular şunlar olabilir.

*19. yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başlarında suç temasının çeşitli araçlarla yoğun bir şekilde ele alınmasının, farklı boyutlarda tartışılmasının nedenlerini, ilk bölümde yer alan konularla paralellilik kurarak açıklayabilir miyiz? Nasıl?

 *Hercules Poirot ve Sherlock Holmes’un ipuçlarına önem vermeleri –birinde daha fazla öne çıkarılan- ve  bunlardan  belli bir akıl yürütme, usa vurma yolu ile sonuçlar çıkartmaları şeklide açıklanabilecek yöntemlerinin, 19. ve 20.yüzyıla  damgasını vuran ne tür felsefi akım ve bilimsel, teknolojik gelişmelerle ilişkisi kurulabilir.

*1930’lu yılların ABD kaynaklı polisiye romanlarındaki tarz değişimini, dönemin koşullarını dikkate alarak açıklayabilir miyiz? Nasıl?

*Polisiye ve cinayet romanı yazan kadın yazar sayısının çokluğunu ve en önemlisi oldukça egemen, etkili olmalarını nasıl açıklarız?


Okuma Metni: Polisiye Romanlarının Altın Çağı

20. yüzyılın ilk yarısı polisiye ve cinayet romanlarının altın  çağı olarak tanımlanır. Gerçi suç ve suçlu kavramlarıyla 19.yüzyılın önde gelen yazarları da - Örneğin Dostoyveski Suç ve Ceza, Victor Hugo Sefiller- yakından ilgilenmişlerdir ama onların suça ve suçluya yaklaşımı polisiye romanlarından çok farklıdır. 
Suç, suçlu ve dedektif, polisiye romanlarının değişmez üçlüsüdür. Burada amaç, suçun toplumsal anatomisini çözümlemek değildir, zaten ilk örneklerde  suç; çok özel yerlerde, özel kişiler arasında ortaya çıkar. Kişileri suça iten psikolojik faktörler “yüzeysel” olarak ele alınır. Önemli olan, zekice kurulmuş bir olay örgüsü, sorunun roman kahramanı –genellikle dedektif- tarafından şaşırtıcı bir şekilde çözümlenişi ve okuyucuya yaşattığı hızlı hazdır.
Bir görüşe göre, polisiye romanlarının atası olarak, Edgar Allan Poe’nun 1841’de yayımlanan “Morg Sokağı Cinayeti” isimli öyküsü kabul edilir.  Sir Arthur Conan Doyle ise 1887’de Sherlock Holmes’u yaratır. Bu tarih tesadüfi bir tarih değildir. 1860’lı  yıllar İngiliz polis teşkilatının kurumsallaştığı, sivil polislerin işe başladığı ve  dedektiflik biriminin oluşturulduğu yıllardır. Dedektiflerin çoğu eğitimli ama polislik eğitimi almamış kişilerdir ki bu duruma romanlarda sık sık gönderme yapılır. Mary Roberts Rinehart, tarihe ilk kadın polisiye-cinayet romanı yazarı olarak geçer.
Agahta Christie ise bu yazarlardan sonra gelir. İlk romanını 1926 yılında yayımlamıştır. Onun romanlarında olay, çok iyi bildiği bir çevrede geçer yani İngiliz yüksek sınıfı içinde ve onların yaşadığı mekanlarda.  Agahta Christie’ye göre suçu doğuran etkenler; korku, intikam, hırs gibi insana özgü psikolojik faktörlerdir. Bu nedenle iki ünlü kahramanı Hercules Poirot ve Jane Marple, roman boyunca suçlu adaylarının psikolojisini tahlil etmekle uğraşır durur. Sir Arthur Conan Doyle ise Sherlock Holmes’u yaratmıştır. Büyüteç, şapka ve pipo; Holmes’un simgeleridir. Simge olarak büyüteç boş yere seçilmemiştir, Holmes’un en önemli özelliği sürekli ipucu toplaması ve onları incelemesidir. Doyle, kahramanına bütün ipuçlarını tek tek toplattırır, onları nasıl birbirine  eklediği bu kanıtları kullanarak nasıl akıl yürüttüğü okuyucuya bütün açıklığı ile anlatılır. Kanıtlar Doyle için önemlidir, hatta Holmes’a şunu söylettirir: “Veri toplamadan bir teori ortaya atmak büyük hatadır. Kişi farkında olmaksızın, teoriyi gerçeklere uydurmak yerine, gerçekleri teoriye uyduracak şekilde çarpıtmaya başlar”. Sherlock Holmes öykülerinin atmosferi gotik öyküleri hatırlatır. Zaten polisiye öyküler ilk zamanlarda gotik edebiyatın bir parçası  sayılırdı. 18.yüzyılın sonuna damgasını vuran gotik öyküler; korku ve gizem yaratan ortaçağa özgü tuhaf yerler, “gerçek” vampir ve hayaletlerle süslenmiştir. Ama polisiye öykülerde  aslında tam da buna bir karşı çıkış görülür. Polisiye romanlarda geçen her türlü gizemli şeyin mutlaka bir mantıklı açıklaması vardır. Metafiziğe, bilinmeyene, açıklanamayan  şeylere yer yoktur,  hatta tam da bunu kanıtlamak için ortaya çıkmış bir tür gibidir polisiye romanlar.
https://www.wired.com/2011/12/the-science-
of-mysteries-instructions-for-a-deadly-dinner/
İpuçları konusunda cömert olmayan Agahta Christie, onlardan roman boyunca bahseder ama bunların nasıl değerlendirildiğini okuyucunun gözüne sokmaz, hatta özellikle gizler. En ünlü kahramanı olan Hercules Poirot’nun yumurta gibi bir kafası, ilginç bıyıkları vardır ve Belçikalıdır. Kişilerin psikolojik tahlilini yapmaya özel önem vermekte ve gri hücrelerine güvenmektedir. Agahta Christie bir romanında Poirot’ya şunu söylettirir: “Bunun şansla ilgisi yok, her şeyi Poirot’nun  gri hücreleri hallediyor.” Ama aslında O da Holmes’tan  farklı bir şey yapmamaktadır. Sadece ipuçlarını neredeyse gizlice toplar, toplattırır, araştırma yapar, yaptırtır.  İnsanlarla sürekli konuşarak  özellikle psikolojik durumlarına, geçmişlerine  dair veriler toplar. Bütün bunları nasıl bir zihinsel egzersiz ile analiz ettiğini, ilişkilendirdiğini ancak romanın sonunda öğreniriz. Agahta Christie ‘nin diğer kahramanı Jane Marple ise hiç evlenmemiş, yaşlı amatör bir dedektiftir. Çok iyi gözlemcidir, özellikle dedikoduları dinler, O’na en önemli ipuçlarını işte o dedikodular sağlayacaktır.
1930’lu yıllar Amerikalı yazarların daha çok devreye girdiği yıllardır. Artık suç, Amerika’nın büyük şehirlerinde ve değişik mekanlarında işlenmektedir. Suçun ve suçlunun özellikleri ile birlikte dedektif tipi de değişmiştir. İngilizlerin danışman-dedektif tipi, özel büro açan, kendisine başvuranlardan ücret alan ve buna karşılık her şeyi yapan,  ama namuslu ve çoğu zaman sert bir tipe dönüşmüştür. Bu romanlarda İngiliz yazarların sunduğu dünyadan farklı bir dünya vardır: cinsellik, şiddet ve argonun hakim olduğu bir dünya…
Agahta Christie ile başlayan polisiye-cinayet romanı yazan, kadın yazarlar akımından söz edilir ki bu büyük ölçüde doğrudur. Gerçekten bu tür -Batı’da- bir çok kadın yazar ortaya çıkarmıştır ve günümüzde de çıkarmaya devam etmektedir. 
Dilara Kahyaoğlu


Kaynak: 20.Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi için Öğretmen Kitabı, "Arayış Yılları" içinde, Tarih Vakfı Yayınları, Ekim 2007, s. 107-108

NOT: Bu çalışmayı; 20 yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi kaynak kitabına ek olarak yazılan Öğretmen Kılavuz Kitabı için hazırlamıştım. Bu kılavuzdaki yazılarımı, kullanmayı kolaylaştırmak amacıyla uygun parçalara bölerek ve biraz da bağımsızlaştırarak bloguma aldım.

*Kaynak gösterilmeden, aktif link verilmeden kullanılamaz.

3 yorum:

Dilara Kahyaoglu dedi ki...

Polisiye romanlarda geçen her türlü gizemli şeyin mutlaka bir mantıklı açıklaması vardır. Metafiziğe, bilinmeyene, açıklanamayan şeylere yer yoktur, hatta tam da bunu kanıtlamak için ortaya çıkmış bir tür gibidir polisiye romanlar.

Dilara Kahyaoglu dedi ki...

Polisiye romanlar üzerinde düşünerek dönemi analiz etmek bana zevkli bir iş olarak görünmüştü. O nedenle bunu hazırlamıştım. Öğrencilerin de bir kısmı hoşlanır sanırım. Hepsi değil, çoğu okumuyor çünkü bunları.

Dilara Kahyaoglu dedi ki...

Avrupa/Batı tarihine bakış diye tamamlamak lazım. Osmanlı ve Türkiye'de bu tema ayrı bir yazı konusudur.