09 Nisan 2019

Osmanlıların İlk Kuruluş Yıllarında Anadolu, Ortadoğu, Balkanlar ve Avrupa

Dilara Kahyaoğlu
1997...
1299/1300 yıllarında, yani 14. yüzyılın hemen başlarındayız. 
Harita 1346 yılına aittir


1. Anadolu 


a. Siyasi Durum 

Beylikler
Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlılara bağımlı bir şekilde bir süre varlığını korur ama son hükümdar III. Mesut’un 1308 yılında ölmesiyle resmen sona erdiği kabul edilmektedir. Çeşitli zamanlarda Anadolu’ya yerleştirilen aşiretler, özellikle uçlarda, İlhanlı Devleti’nin denetiminden kaçabildikleri her yerde, “beylikler” kurarlar, bunlar da görünüşte İlhanlılara bağımlı durumdadır.

Bu beyliklerin en önemlileri;
Osmanoğulları; Bizans sınırında, Söğüt civarında
Germiyanoğulları; Kütahya ve civarında
Karesioğulları; Bizans sınırında, Balıkesir civarında
Aydınoğulları; denizden Bizans vd. Sınırında, İzmir civarında
Saruhanoğulları; Manisa ve civarında
Menteşeoğulları; denizden Hristiyan dünyası ile sınırdaş, Muğla ve civarında
Karamanoğulları; Konya ve civarında
Hamitoğulları; Isparta ve civarında
Candaroğulları; Sinop ve civarında
Eretna devleti; Trabzon Rum İmp’u ile komşu, Tokat, Amasya, Kayseri, Sivas vb. civarında
Ramazanoğulları; Adana ve civarında, Memluk Devleti ile komşu
Dulkadiroğulları; Maraş ve civarında, Memluk Devleti ile komşu


Bizans İmparatorluğu 
Marmara Kıyıları, Rumeli ve bazı Ege adalarına sahip ama iyice küçülmüş durumda. Tekfur denilen beyler merkezi dinlemiyor, sarayın içinde de imparator olmak için mücadele eden güçler var.

Trabzon Rum İmparatorluğu
1204 yılında Haçlıların İstanbul’u ele geçirmesinden sonra kaçan Bizanslıların kurduğu iki devletten biri olarak hala varlığını sürdürüyor.

b. Sosyal Yapı: Toplum ve Kurumlar 
11. yüzyılın sonlarından itibaren ve 12.yüzyılda, Türkler Anadolu’ya girmeye başladıklarında; Anadolu’daki nüfusu oluşturan unsurlar birbirinden çok farklıydı; Rumlar, Ermeniler, Kürtler, küçük Yahudi cemaatleri, kıyılarda ve adalarda rastlanılan Ceneviz ve Venedik kolonileri vb. Yerlilerin toplam sayısı, elbette yeni göç edenlerden fazlaydı ama terazinin bir kefesine gelenlerin yayılma gücü, diğerine ise yerleşik halkların direnme gücü konunca, sayısal eşitsizlik önemini yitiriyor ve Türklerin konduğu kefe ağır basıyordu.

Türkler her taraftaydı, hızla nüfuslarını arttırmaya çalışan Türklerde doğum oranı çok daha fazlaydı. Gelen göçebelerin yerli halktan kadınlarla ister kaçırma yoluyla ister çeşitli nedenlerle evlendikleri ve çocuk yaptıkları bilinen bir gerçekliktir. Bu ırk karışımının sonucu Türk tipinin kısmen değişmiş olması doğaldır. Ancak bu değişme, doğan çocukların Türk olduklarına inanmalarına ve başkalarının da onları Türk olarak kabul etmelerine engel teşkil etmemiştir.

13. yüzyıldan itibaren ise Moğolların Batıya doğru yayılmasıyla birlikte Anadolu’ya bir çok yeni unsur daha geldi. Bunlar; Türkmenler, İranlılar, Moğollar ve hatta Uygurlardı vb. Bu yüzyıllardaki Türkmen yayılımı daha önceki Türkmen yayılımıyla aynı nitelikte değildi. Yeni gelenlerin Orta Asya’da alışkın olmadıkları tarımsal alanlara daha az saygılı davrandıkları görülmekteydi. Köylüleri taciz ediyorlar, köylüler de mücadeleden vazgeçip topraklarını yeni gelenlerin otlak yapması için terk ediyorlardı. Yine de bütün bunlar kentlerin ortadan kalktığı anlamına gelmez, aksine kentler, büyümeye, ticaret erbabını barındırmaya, sürekli yapılan yeni mimari eserlerle süslenmeye devam ediyordu.

Moğol idaresi altında Selçuklu merkezi otoritenin zayıflaması uçlarda veya uygun alanlarda barınan Türkmenleri güçlendirdiği gibi, kentlerde de buralarda yaşayan Ahileri güçleniyordu. İbni Battuta ve diğer yazarlar Ahiler ve reisleri hakkında yeterli bilgiler vermişlerdir. Bu bilgilerden yola çıkarak  Ahilerin her kentte var olduğunu görüyoruz. O tarihteki nitelikleri onların bir meslek kuruluşu olduğunu göstermektedir. Ama zamanla merkezi otoritenin zayıflamasıyla niteliklerinde önemli değişimler olacaktır. Ahileri, Ahi Evran isminde efsanevi bir kişinin ilk olarak örgütlediği söylenir. Ahiler meslek kuruluşu olmalarının yanı sıra eylem adamları oldukları gibi mistik inanışlara ve ritüellere sahiptiler.

Selçuklu-Moğol otoritesinin çökmesi ve Türkmen beyliklerinin kentleri de kapsayacak şekilde güçlenmesiyle birlikte, ayakta kalan iki gücün yani Türkmen beyleriyle Ahi reislerinin arasında bir yakınlaşma doğdu. Bu durum Osmanlıların ilk kuruluş yılları için de böyledir ve Osmanlıların ortaya çıkışında önemli bir payı vardır.

Claude Cahen’in Osmanlılardan önce Anadolu kitabından derlenmiştir.
2. Ortadoğu
Siyasi Durum 

Merkezi Tebriz olarak, İran taraflarında büyük Moğol imparatorluğunun bir parçası olan İlhanlı Devleti bulunuyordu. 1256’da kurulan bu devlet varlığını 1335 yılına kadar devam ettirdi.

Anadolu’nun güney sınırında ise Memlük devletinin denetimi vardı. Kahire merkez olmak üzere Mısır’da kurulan bu devlet (1250) ayrıca; Filistin, Suriye ve Hicaz bölgesini de denetimi altında tutuyordu. 1258’de İlhanlıların Bağdat’ı yakıp yıkmaları, son Abbasi hanedanını ortadan kaldırmalarından sonra, Abbasi hanedanından olduğu iddia edilen bir kişiyi Memlük sarayında yeniden halife olarak ilan etmişlerdi. Böylelikle Sünni İslam dünyasının da bir anlamda koruyuculuğunu üstlenmiş gözüktüklerinden veya gerçekte öyle olduğundan, Sünni İslam dünyasının lideri konumunda Memlükler bulunuyordu. Bu durum ve daha başka nedenler ileride Osmanlılar ile Memlükleri karşı karşıya getirecektir.


3. Balkanlar
Siyasi ve Sosyal Durum 

Balkan devletlerinin ilk ortaya çıkışları Bizans’a ve Kutsal Roma Germen imparatorluğuna karşı yürüttükleri mücadelenin sonucu olmuş ve o zamandan başlayan bir sürecin sonucunda bugünkü Balkan ulusları ortaya çıkmıştır.

Balkanlarda da çeşitli nedenlerle siyasi ve sosyal durum karışıktı. Burada bulunan başlıca devletler şunlardı; Bulgar krallığı, Sırp krallığı, Arnavut beyliği, Bosna beyliği, Hersek beyliği, Efkal ve Boğdan beylikleri, Erdel beyliği ve Macar krallığı. Bunların en güçlüsü Sırp krallığıydı ve tüm Balkanları kendi denetimi altında birleştirmek gibi bir ideale sahipti.

Dolayısıyla Balkanlarda siyasi birlik olmadığı gibi dinsel ve etnik bir birliktelikten de söz edilemez ama etnik açıdan Slavların daha baskın olduğundan söz edilebilir. Dinsel açıdan da birliktelikten söz edilememekle birlikte esas baskın olan mezhep Ortodoksluktu. Sadece Ulahlar, Hırvatlar ve Macarlar Katolik mezhebine mensuplardı. Yani; Bizans etkisi Sırbistan, Bulgaristan ve Rusya’da çok güçlü olurken, Kuzeybatı Avrupa’da Latin kültürü egemen olmuştur. Bu arada dinsel otoriteler tarafından sapkın olarak nitelenen ve sürekli mücadele edilen, kıyıma uğratılan Bogomil mezhebine taraftar olan kimseler de vardı.

12. yüzyılda Kiev merkez olmak üzere kurulmuş olan ikinci Rus prensliği ise 13. yüzyılda başlayan Moğol istilalarına maruz kaldı. Bu istilalar, Slav ülkelerinde özellikle de iki yüz yıl boyunca Tatar egemenliğine (Altın Orda Devleti /Kıpçak Hanlığı- resmen yıkılışlarına Kırım hanlığı neden olmuştur 1502) girecek olan Rusya’da dengeleri alt üst etti. Rusya böylelikle Avrupa’dan koptu ve kuzeye, Moskova’ya kaydı. Rusların üstünlüğü ele geçirişleri 16.yüzyılın II.yarısından itibaren olacaktır. Demek ki Osmanlıların ilk kuruluş yıllarında Karadeniz’in kuzeyinde Moğolların *Altın Orda Devleti vardı.


4. Avrupa

Siyasi ve Sosyal Durum 

10. ve 12. Yüzyıllar arasında, Feodal rejimle, siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını örgütlemiş olan Avrupa’da 12. yüzyılın ortalarından itibaren durum değişmeye başlamış, krallar feodal beyleri; savaş, diplomasi, entrika olarak özetlenebilecek klasik üçlemeyi kullanarak denetimleri altına almaya başlamışlardı.

Örneğin; Fransa kralı VI. Louis 12. yüzyılın ilk yarısında krallık topraklarındaki şato sahiplerini kendine bağladı. Kutsal Roma-Germen imparatoru (Alman imparatoru) I. Friedrich Barbarossa ise, 12. yüzyılın ortalarında Alman prenslerini kendine bağladı. Bu ilk merkeziyetçiliği sağlama denemelerinin ardından, mutlak monarşiler ortaya çıkmış ama feodal rejim etkisini uzun süre devam ettirmiştir.

Siyasi birlik kuramamış olan İtalyan şehir devletleri arasında en güçlüleri özellikle yaptıkları deniz ticareti ve kurdukları kolonilerle güçlenen Ceneviz ve Venediklilerdi. Bu iki kesimin de Bizanslılarla oldukça yoğun siyasi ve ticari ilişkileri vardı. Özellikle ticari çıkarları bağlamında Anadolu’nun deniz kıyıları ve adalarla çok yakından ilgileniyorlardı. İleride Osmanlılarla da sık sık bu yüzden mücadele ettiklerine tanık olacağız.

İspanya ise bir çok Hristiyan krallığından/prensliklerinden oluşmuştu. Katolik Hıristiyan olan bu krallıklardan en önemlileri Aragon ve Kastilya krallığı idi. Daha önceden tamamen Müslümanların elinde olan İspanya’da Müslüman olarak bir tek devlet/beylik kalmıştı; “Gırnata Endülüs Emevi Devleti /Beni Ahmer Devleti”. Bu devlet 1492 yılına kadar varlığını korumuş ama o tarihten itibaren İspanyollar tarafından ortadan kaldırılmıştır

İngiltere’de ise Feodalizm 11. yüzyıldaki Norman istilasından sonra başladı. Ama İngiliz kralları, Avrupa’da feodal rejimde yaşayan krallardan daha farklı konumdaydılar. İngiltere’de uygulanan feodalizm hem merkezi hem yerel yönetime dayanıyordu. Bu arada İngiliz kralları sadece adaya bağımlı bir yönetimden yana değillerdi. Özellikle Fransa’daki topraklarla ilgileniyorlardı ve Fransa’da bir çok bölge, İngiliz kralına bağlı vasal prensliklerdi.

Nitekim bu yüzden 1337 tarihinde İngiltere ile Fransa arasında 100 Yıl Savaşları denilen büyük savaş patlak verdi. Savaşın başlamasına neden olan olay, İngiltere kralının, akrabalığa dayanarak kendini Fransa kralı olarak ilan etmesiydi. Başlangıçta büyük topraklar kaybeden Fransa, daha sonra orduda yapılan reformların ve kurulan topçu sınıfının da yardımıyla İngilizlerin elindeki toprakları bir bir geri aldı. Böylelikle savaş herhangi bir antlaşma imzalanmadan fiilen 1453 de sona erdi. İngiltere ve Fransa uluslarının ilk ulusal bilinçlerinin şekillenmeye başlaması bu savaşlarla beraber olmuştur. Halkların, İngilizler ve Fransızlar şeklinde isimlendirilmesi bu savaştan sonra ortaya çıkmıştır diyor bazı tarihçiler. Savaşın getirdiği mali külfet ise halka yüklendiğinden büyük toplumsal çalkantılar ortaya çıktı ve 1381 tarihinde İngiltere tarihindeki ilk büyük halk ayaklanması meydana geldi.
Notlar
*Orda Moğolca “çadır, otağ” mânasına gelmektedir. Devletin kurucusu Batu Han’ın ak otağının üst kısmının altın yaldızlı olması sebebiyle bu devlete Altın Orda veya Ak Orda denmiştir.


Kaynaklar
Osmanlı Tarihi, Ümit Hassan ve Metin Kunt,  Cilt 1 ve 2,  Cem Yayınevi, 1985
Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, Tarih Vakfı Yayınları, 2000
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, cilt 1, TTK Yayınları, 1988


Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve diğer kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

1 yorum:

Dilara Kahyaoglu dedi ki...

Osmanlı Tarihi serisine başladım...