Dilara Kahyaoğlu
GİRİŞ
Osmanlı’da yönetim, devlet felsefesi (adalet çemberi veya daire-i adliye veya hakkaniyet çemberi)
*(Bu konuda yazdığım notu okumak için metnin sonuna bkz.)
Doğu devletlerine has bir yönetim felsefesi olan kısaca hakkaniyet çemberi diye isimlendirilen bu yönetim anlayışına göre; Tanrı insanları farklı farklı yaratmıştır ve bu yüzden toplumda herkes farklı görevler üstlenmiştir. Herkesin görevini yerine getirmesi toplumun düzeni için şarttır. Bunu sağlamak ancak adaletli bir sistemle olabilir bu da ancak bir otorite yani devlet varsa yapılabilir.
Dolayısıyla; devletin egemenliğini, otoritesini sürdürebilmesi için güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Ordunun varolabilmesi de ancak servetle sağlanabilir, bu serveti sağlayacak olan kesim de halk yani reayadır. Reayanın bu geliri devlete aktarması için bolluk ve refah içinde olması gerekir o da ancak adaletle sağlanabilir. Adaleti sağlayacak olan güç ise devlet veya adil ve güçlü bir hükümdardır. [Ayrıca ek 1'e bkz.]
Farkedileceği gibi devlet ile başlayan sistemin açıklanması yine devlet ile sona ermekte böylelikle daire tamamlanmaktadır.
Yani Osmanlı devlet felsefesine göre; adalet, devlet, şeriat, hükümranlık, ordu, servet ve halk Osmanlı toplumunun temel dayanaklarını oluşturur. Bunlardan biri yok olursa devlet de, toplum da çözülmeye uğrar.
a) Devletin resmi sınıflandırmasına göre Osmanlı toplumunda sınıflar
b) Yerleşim durumuna göre Osmanlı toplumu
Şehirliler
Osmanlılarda şehirlerin büyük çoğunluğu kasaba niteliğindeydi. Osmanlı şehirlerinin çoğunda nüfus 8-10 bin altındaydı. Büyük şehirlerde ise nüfus 60 ile 70 bini aşmıyordu. Yalnız 16. yüzyılın sonunda 700 bin nüfusu ile İstanbul, Avrupa’nın en büyük şehriydi. Şehirlerde yaşayan halk; askeriler, tacirler, esnaf ve diğerleri olarak başlıca dört gruba ayrılırlardı.
Devlet, tüccarlara, tarımla uğraşanlardan veya zanaatkarlardan daha fazla serbestlik sağlamıştı. Özellikle İstanbul’da tüccarların sayısı çok fazlaydı. Askeri sınıftan olanlar da tüccarlık yapıyordu. Esnaflar çeşitli işkollarına ayrılmıştı. 1640 tarihli bir narh defterine göre 225 adet değişik meslek grubu vardı. Askeri sınıfın dışındakiler loncalara bağlıydılar. Loncalara katılanlar genellikle aynı dinden olmakla beraber çeşitli dinleri, bir arada barındıran loncalar da vardı. Bunun dışında şehirlerde, göç etmiş olan işsizlere, yabancı tüccar ve gezginlere seyyar satıcılara vb. rastlanılırdı.
Köylüler
Çeşitli meslek grupları geçit töreninde Surname-i Hümayun |
GİRİŞ
Osmanlı’da yönetim, devlet felsefesi (adalet çemberi veya daire-i adliye veya hakkaniyet çemberi)
*(Bu konuda yazdığım notu okumak için metnin sonuna bkz.)
Doğu devletlerine has bir yönetim felsefesi olan kısaca hakkaniyet çemberi diye isimlendirilen bu yönetim anlayışına göre; Tanrı insanları farklı farklı yaratmıştır ve bu yüzden toplumda herkes farklı görevler üstlenmiştir. Herkesin görevini yerine getirmesi toplumun düzeni için şarttır. Bunu sağlamak ancak adaletli bir sistemle olabilir bu da ancak bir otorite yani devlet varsa yapılabilir.
Dolayısıyla; devletin egemenliğini, otoritesini sürdürebilmesi için güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Ordunun varolabilmesi de ancak servetle sağlanabilir, bu serveti sağlayacak olan kesim de halk yani reayadır. Reayanın bu geliri devlete aktarması için bolluk ve refah içinde olması gerekir o da ancak adaletle sağlanabilir. Adaleti sağlayacak olan güç ise devlet veya adil ve güçlü bir hükümdardır. [Ayrıca ek 1'e bkz.]
Farkedileceği gibi devlet ile başlayan sistemin açıklanması yine devlet ile sona ermekte böylelikle daire tamamlanmaktadır.
Yani Osmanlı devlet felsefesine göre; adalet, devlet, şeriat, hükümranlık, ordu, servet ve halk Osmanlı toplumunun temel dayanaklarını oluşturur. Bunlardan biri yok olursa devlet de, toplum da çözülmeye uğrar.
a) Devletin resmi sınıflandırmasına göre Osmanlı toplumunda sınıflar
Yönetenler
(vergi vermeyenler)
|
Yönetilenler veya Reaya
(vergi verenler)
|
a) Askeri
sınıf (Seyfiye)
Arapça seyf kılıç
demektir. Kelimenin kökeni buradan gelmektedir. Kılıç ehli (ehli seyf), kılıç
kuşananlar anlamında kullanılmıştır. Bu gruba yöneticiler anlamında ümera yani
emirler de denilmiştir. Bellibaşlıları; sadrazam, vezirler, beylerbeyleri,
sancakbayleri, tımarlı sipahiler, kapıkulu zapit ve askerleri, deniz
askerleri vb. Bu sınıfın bir kısmı devletten doğrudan maaş alır diğer kısmı
ise tımar sistemi içinde kendilerine bırakılan vergi geliri ile geçinirlerdi.
Yüksek rütbeli yöneticilerin çoğu enderundan yetişmeydi.
b) İlmiye sınıfı/ ulemalar
Ehli şer olarak da adlandırılırlar. İlimle meşgul olanları ifade eden genel bir
addır. Bu zümre mensupları; medresede eğitim görmüş, İslam dininin esaslarını
bilen ve onun uygulanmasını üstlenmiş olan kişilerdi.
Bunlar; yargıçlık,
noterlik, kadılık, öğretim elemanı vb. olarak çalışırlardı. Bunlardan
müderrisler maaş alır, kadılar ise yaptıkları işlere karşılık işi görülen
kişilerden harç alırlardı.
Müderrisler zamanla
yükselerek kadı, defterdar veya nişancı olabiliyorlardı. Hukuk literatürünü
iyi bilen müftünün, karar yetkisi yoktu sadece görüş bildirirdi. Ulema
hiyerarşisinin en yüksek kademesinde şeyhülislam bulunur, kararların veya
eylemlerin şeriata uygun olup olmadığı yolunda görüş bildirirlerdi ki buna da
“fetva” denirdi. Divan toplantılarına katılırdı ama oy hakkı
yoktu.
c) Kalemiye sınıfı;
Osmanlı’da büro veya
daire anlamında devlet işlerini yürütüldüğü yerlere kalem denilirdi. Bu
yüzden burada çalışan ve bürokratik işleri yürüten sınıf da kalemiye
denilmiştir. Bunlar küçükte itibaren kalemlerde usta- çırak ilişkisi
içerisinde eğitilir kalemin dışındaki zamanlarda ya özel hocalardan dersler
alır ya da medreselerde derslere devam ederlerdi. Burada çok gizli işlerde
yürütüldüğünden özellikle güvenilir kişilerin çocukları işe alınırdı.
Kalemiye mensuplarının terfi edeceği en yüksek makamlar defterdarlık ve
reisülküttaplıktı.
|
Yönetime katılmayan ve vergi veren bu sınıfa
Raiyyet
sınıfı da denirdi. Reaya, çeşitli din, mezhep etnik gruba ait
topluluklardan oluşuyordu. Burada Türklerden başka, Rumlar, Ermeniler,
Romenler, Slavlar, Yahudiler, Araplar,Kürtler, Kafkas Halkları vb. vardı. Din
ve mezhep açısından da aynı çeşitliği görmek mümkündü. Müslümanlar, Alevi/
Şii Müslümanlar, Ortodoks Hıristiyanlar, Katolik Hırıstiyanlar ve
Musevilerdi. Bunlar da kendi içlerinde alt mezheplere ayrılabiliyordu.
Osmanlı’da topluluklar din ve mezhep esasına göre
örgütlenmişti ki buna da “Millet
sistemi” denilirdi. Bu sistem içinde Müslümanlara hakim millet “millet-i hakime”, diğer dinlere
mensup olanlara ise “millet-i mahkume”
yani hükmedilenler denilirdi. Ermeni ve Ortodoks Hıristiyanların başında
patrikleri, Musevilerin başında ise Hahambaşı bulunur, devlet bu topluluklar
ile olan ilişkisini bu ruhani liderler aracılığıyla yürütürlerdi.
Bunlardan başka sayıları az olmakla birlikte
Süryaniler, Nesturiler, Yakubiler, Maruniler gibi farklı Hristiyan mezhepleri
de vardı, bunların da kendilerine ait kiliseleri bulunurdu.
O zamanlar, bugünkü anlamda nüfus sayımı yapılmadığı
için bu toplulukların toplam sayıları hiç bir zaman tam olarak bilinmemekle
beraber tahrir defterlerine kayıtlı olan vergi vermeye yükümlü erkek
nüfusundan yola çıkarak belli tahminler yürütülebilmektedir. Örneğin Fransız tarihçisi Braudel’e göre 16. yüzyılın sonlarında
Osmanlı nüfusu altmış milyondu.
|
b) Yerleşim durumuna göre Osmanlı toplumu
Şehirliler
Osmanlılarda şehirlerin büyük çoğunluğu kasaba niteliğindeydi. Osmanlı şehirlerinin çoğunda nüfus 8-10 bin altındaydı. Büyük şehirlerde ise nüfus 60 ile 70 bini aşmıyordu. Yalnız 16. yüzyılın sonunda 700 bin nüfusu ile İstanbul, Avrupa’nın en büyük şehriydi. Şehirlerde yaşayan halk; askeriler, tacirler, esnaf ve diğerleri olarak başlıca dört gruba ayrılırlardı.
Devlet, tüccarlara, tarımla uğraşanlardan veya zanaatkarlardan daha fazla serbestlik sağlamıştı. Özellikle İstanbul’da tüccarların sayısı çok fazlaydı. Askeri sınıftan olanlar da tüccarlık yapıyordu. Esnaflar çeşitli işkollarına ayrılmıştı. 1640 tarihli bir narh defterine göre 225 adet değişik meslek grubu vardı. Askeri sınıfın dışındakiler loncalara bağlıydılar. Loncalara katılanlar genellikle aynı dinden olmakla beraber çeşitli dinleri, bir arada barındıran loncalar da vardı. Bunun dışında şehirlerde, göç etmiş olan işsizlere, yabancı tüccar ve gezginlere seyyar satıcılara vb. rastlanılırdı.
Köylüler
Osmanlı ekonomisinin temeli tarıma dayanıyordu. Nüfusun büyük bir bölümü köylerde yaşıyordu. Köyde yaşayanlar Tımar beyleri, çiftçi aileleri, mukataa topraklarını işleyenler, mülk sahipleri, müsellemler, muaflar idi. Tımar sahipleri arasında sipahilerden başka, kale görevlilerine, din görevlilerine, mahalli idarecilere de rastlanırdı. Köylünün işlediği toprak kendi özel mülkü değilse burayı satamaz, vakıf yapamaz, başkasına devredemezdi. Köylüler vergilerini işledikleri ürüne göre genellikle ayni (mal) olarak öderlerdi.
Köylerde yer alan “muaflar” vergi ödemeyen kesimdi. Bunlar devlet için çeşitli hizmette bulundukları için yaptıkları işe karşılık ücret almazlar ama vergiden muaf tutulurlardı. Bunlardan bazıları; kale görevlileri, madenciler, geçitleri bekleyenler derbendciler, emekli sipahiler, camide görev yapan imam, müezzin vb. görevliler, şeyhler, şeyhoğulları, sipahizade denilen sipahilerin oğulları vb. idi.
Köylerde yer alan “muaflar” vergi ödemeyen kesimdi. Bunlar devlet için çeşitli hizmette bulundukları için yaptıkları işe karşılık ücret almazlar ama vergiden muaf tutulurlardı. Bunlardan bazıları; kale görevlileri, madenciler, geçitleri bekleyenler derbendciler, emekli sipahiler, camide görev yapan imam, müezzin vb. görevliler, şeyhler, şeyhoğulları, sipahizade denilen sipahilerin oğulları vb. idi.
Konargöçerler
Bunlar merkezi hükumetin kontrolünden mümkün olduğu kadar uzak olmakla birlikte yine de onlar için düzenlemiş olan yasalar içinde hareket etmek zorundaydılar.
Konargöçerler aşiret, oymak, boy vb. örgütlenmesi içinde bir arada bulunuyor, beraber hareket ediyorlardı. Bazen bu aşiretler birleşiyor daha büyük topluluklar oluşturuyorlardı. Mesela 40 bin kişilik bir topluluk oluşturan Boz ulusu yazın Erzurum ve Diyarbakır bölgelerinde yazlıyor, kışın ise Mardin’in güneyinde kışlıyorlardı. Bunları esas işi hayvancılıktı. Kanunlar çerçevesinde bunlardan ağıl vergisi, yaylak ve kışlak vergileri alınırdı. Çok az olmakla birlikte tarımla da uğraşıyorlardı. Kimi zaman ise geçici olarak askeri hizmetle görevlendiriliyorlardı.
Devlet için ok ve yay imal etmek, geçitleri, yolları korumak, yol yapımı ve onarımında görev almak, donama için malzeme sağlamak veya gemi yapımında yardım etmek vb. Bu işleri yapanlar vergilerini bu şekilde ödemiş olurlar ve vergiden muaf duruma düşerlerdi.
c) Osmanlı toplumunda sosyal hareketlilik
1- Yatay hareketlilik
c) Osmanlı toplumunda sosyal hareketlilik
1- Yatay hareketlilik
Bir toplumun ülke coğrafyası üzerinde köyden şehre vaya belli bir bölgeye gidip gelmesi veya oraya göç ederek yerleşmesine toplumun yatay hareketliği denir. Selçuklular zamanında olduğu gibi Osmanlılar zamanında da tarihçilerin “kolonizatör Türk dervişleri” dedikleri zümreler kendiliğinden bir şekilde sürekli batıya göç edip yerleşmişlerdi. Bunlar gittikleri yerlerde zaviyeler kurmuşlar bu zaviyelerin etrafında yerleşenler de zamanla köyleri oluşturmuştu. Bazen de belli bölgeleri canlandırmak amacıyla buralara kurulan vakıflar buralara yerleşmeyi teşvik etmiş bazen de devlet bizzat kendisi belli bölgelere, belli yörelerden insanları tehcir ederek iskan siyaseti uygulamıştır. Özellikle “tehcir ve İskan siyaseti” konar göçerleri yerleştirmek amacıyla çok başvurulan bir yöntemdi. Ama bir kere yerleşmiş olan köylünün toprağını bırakıp gitmesi hoş karşılanmıyordu. Hele bu aileler Tımar sistemine dahil olan alanlarda yerleşmişlerse ki bu durumda tımarlı sipahinin köylüleri geri getirme hakkı vardı.
2- Dikey Hareketlilik
2- Dikey Hareketlilik
Bu terimde sınıflar arası geçişi ifade eden bir terimdir. Osmanlı Devleti kast sistemindeki gibi katı bir sınıfsal geçişkensizliğe sahip olmamakla beraber, sınıflar arası geçiş arzu edilen, teşvik edilen bir hareketlilik değildi. Örneğin, Osmanlı belgelerinde şu cümleye sıs sık rastlanır “raiyyet oğlu raiyettir”.
Yine de sınıf değiştirmenin yolları olarak şu olanaklar bulunuyordu;
*Devşirme olmak yani kul statüsüne girmek ve bu yolla gayri müslüm bir çiftçi oğlu iken askeriye sınıfına geçmek.
*Medrese eğitimi görmek.
*Seferlerde, savaşlarda başarı göstererek tımar sahibi olmak.
*Kalemiye sınıfının çalıştığı bir büroya çırak olarak girmek ve oradan yükselmek.
EK 1 Düzenin Felsefesi: DAİRE-İ ADALET
a. Saray Kurumu
Harem, Enderun, Birun görevlileri (Darüssaade ağası, silahtar ağası, çahadar ağası, müneccimbaşı, cerrahbaşı, kapıcı başı, bostancı başı v.b.). Bunlar saray içi düzenden sorumluydular. Ancak padişaha en yakın grup olduklarından yönetim işlerinde zaman zaman en etkili grubu oluşturabiliyorlardı. Ayrıca, başarılı olanlar
b. Katipler/Kalemiye
Divan-ı Humayun’un altında görev yapanlar. Vezir, defterdar, nişancı v.b. en yüksek görevlilerden aşağıdaki katiplere kadar bugünün sivil bürokrasisinin işlevini görenler.
c. Askeri Yöneticiler/Seyfiye
Kapıkulu ordusu: Yeniçeriler, topçu birlikleri, kapıkulu süvarileri,
Yine de sınıf değiştirmenin yolları olarak şu olanaklar bulunuyordu;
*Devşirme olmak yani kul statüsüne girmek ve bu yolla gayri müslüm bir çiftçi oğlu iken askeriye sınıfına geçmek.
*Medrese eğitimi görmek.
*Seferlerde, savaşlarda başarı göstererek tımar sahibi olmak.
*Kalemiye sınıfının çalıştığı bir büroya çırak olarak girmek ve oradan yükselmek.
EK 1 Düzenin Felsefesi: DAİRE-İ ADALET
El-Gazali ve Nizamülmülk’ün yazılarında ifadesini
bulan Önasya devlet felsefesi Osmanlılarca da benimsenmiştir. Bu anlayışı Osmanlı
tarihçisi Naima’nın eserlerinde görmek mümkündür.
Buna göre;
1) Asker olmadan devlet ya da mülk (hakimiyet)
olamaz,
2) Askere sahip olmak için servet gerekir,
3) Servet uyruklardan
toplanır,
4) Uyruklar ancak adaletle refaha kavuşabilir (refah içinde olmayan
uyruklardan yeterince servet toplanamaz tabii ki),
5) Şu halde mülk ve devlet
olmadan adalet olamaz.
Böylece, servetin hükümdar ve devleti desteklemek ve
uyruklar için de adalet sağlamak için üretilmesi ve kullanılması düzenin temeli
olarak ifade edilmiştir.
Sınıflar
Toplum buna uygun olarak ikiye bölünmüştür:
1) Yaşamda
asıl amaçları sanayi, ticaret ve tarımla uğraşarak ve hükümdara vergi vererek
servet üretmek olan büyük halk kitleleri
2) Kendileri servet üretmeyen,
vergi vermeyen, ama hükümdarın gelirini toplamak ve bu gelirle kendilerini
olduğu kadar hükümdarı ve ailesini de geçindirmek için hükümdarın aracısı
olarak görev yapan yönetici grubu.
Yönetici
sınıf (askeri sınıf):
Devlet yönetme işine karışanların tümünü kapsayan bu
sınıfa Osmanlı devletinin ilk yüzyılında askeri yönü ağır bastığı için “askeri
sınıf” denmiştir. Sonraki dönemlerde içinde asker olmayan yöneticilerin oranı
ve ağırlığı artsa da bu ad kullanılmaya devam etmiştir.
Bu sınıf üyeleri,
1) ilk yüzyıllarda daha çok devleti
kuran Türkmen ailelerinden,
2) 15. Yüzyıldan itibaren ise (özellikle Fatih’ten
sonra) ağırlıkla devşirme kökenlilerden oluşmuştur.
Klasik Osmanlı düzeninde, kökeni ne olursa olsun bir
kişinin yönetici sınıf üyesi olabilmesi için öncelikle şu şartlar gereklidir:
1)
İslam dinini ve bunun düşünce ve eylem sistemini kabul edip uygulaması,
2)
Padişaha ve devlete sadık olması,
3) Osmanlı yaşam biçimini, göreneklerini ve
dilini bilip uygulaması (Anadolu veya Türk yaşam tarzı ya da dili ile
karıştırılmamalıdır. Kastedilen, saray kaynaklı elit bir kültürdür).
Yönetici Sınıfın Alt Grupları:
a. Saray Kurumu
Harem, Enderun, Birun görevlileri (Darüssaade ağası, silahtar ağası, çahadar ağası, müneccimbaşı, cerrahbaşı, kapıcı başı, bostancı başı v.b.). Bunlar saray içi düzenden sorumluydular. Ancak padişaha en yakın grup olduklarından yönetim işlerinde zaman zaman en etkili grubu oluşturabiliyorlardı. Ayrıca, başarılı olanlar
b. Katipler/Kalemiye
Divan-ı Humayun’un altında görev yapanlar. Vezir, defterdar, nişancı v.b. en yüksek görevlilerden aşağıdaki katiplere kadar bugünün sivil bürokrasisinin işlevini görenler.
c. Askeri Yöneticiler/Seyfiye
Kapıkulu ordusu: Yeniçeriler, topçu birlikleri, kapıkulu süvarileri,
Eyalet kuvvetleri: tımarlı sipahiler, kale ve derbent muhafızları, akıncılar
Deniz kuvvetleri.
d. Kültürel-dinsel Yöneticiler/İlmiye
Şeyhülislam, müftüler, kadılar, medrese hocaları, imamlar v.b.
d. Kültürel-dinsel Yöneticiler/İlmiye
Şeyhülislam, müftüler, kadılar, medrese hocaları, imamlar v.b.
Yönetilenler
(reaya):
Yukarıdaki niteliklere sahip olmayanların tümü yönetilen
sınıf içine girmekteydi. Ancak yönetilenler de bu nitelikleri geliştirip
uygulayarak yönetici sınıfa yükselebilirlerdi. Aynı şekilde, yönetici sınıf
üyeleri de bu nitelikleri kaybettiklerinde reaya durumuna düşebilirlerdi.
Ayrıca, bir yöneticinin oğlunun da yönetici olması gibi bir kural yoktu. O da
ancak yukarıdaki nitelikleri kazanırsa ve uygularsa yönetici olabilirdi
(Osmanlıda bir soylu sınıfın ya da aristokrasinin olmayışının nedenlerinden
biri).
Dolayısıyla Osmanlı da sınıflar arası geçişler, çağdaş
terimlerle ifade edecek olursak bir sosyal hareketlilik olduğu söylenebilir.
Ancak bunun çağdaş toplumlardaki sosyal hareketlilikle karıştırılmaması
gerekir.
1) Yönetici sınıfa girmeye en yakın kimseler yine de yöneticilerin
çocuklarıdır,
2) reaya içinde yönetici sınıfa geçişte Hıristiyanlar
avantajlıdır. Çünkü devşirme yalnızca onlara yöneliktir. Ancak onlar da
yönetici olmak için dinlerinden, kültürlerinden ve soylarından kopmak
zorundadırlar,
3) Müslüman reaya içinse daha çok din eğitimi alanında kendini
gösterip ilmiye sınıfına, yani yöneticiler katına yükselme olanağı vardı. Ancak
bu alanda ilmiye mensuplarının çocuklarının avantajı büyük olduğundan bu
olanağın büyük oranda kullanılabildiğini söyleyemeyiz.
Yönetilenlerin (Reaya) Alt Grupları:
Osmanlıda yönetilenler üç ölçüte göre bölünmeye tabi tutulurlardı:
1) Yerleşim bölgesine göre bölünme: kentlerde yaşayanlar, çiftçiler, göçebeler.
2) Dinlere göre bölünme(Millet Sistemi): Müslümanlar, Ortodokslar, Gregoryenler, Katolikler, Museviler v.b.)
3) Mesleklere göre bölünme: Çiftçiler, zanaatkarlar, tüccarlar.
*Önemli bir NOT: Adalet Çemberi Konusu... Bu türden idealist fikir veya felsefeler okuyucu yanıltmasın. Osmanlı Devleti toplumu adalet çemberinde belirtilen felsefeye uygun yönetmiyordu. Adalet Çemberi bir ideali gösterir. Bazı bilge yöneticiler, hükümdarlara öğüt niteliğinde bu türden fikirler veriyorlar, bunun felsefesini yapıyorlar. Bunların var olması o toplumun buna uygun yönetildiği anlamına gelmez.
Kaynak gösterilmeden kullanılamaz
Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
Osmanlıda yönetilenler üç ölçüte göre bölünmeye tabi tutulurlardı:
1) Yerleşim bölgesine göre bölünme: kentlerde yaşayanlar, çiftçiler, göçebeler.
2) Dinlere göre bölünme(Millet Sistemi): Müslümanlar, Ortodokslar, Gregoryenler, Katolikler, Museviler v.b.)
3) Mesleklere göre bölünme: Çiftçiler, zanaatkarlar, tüccarlar.
Kaynak gösterilmeden kullanılamaz
Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder