27 Kasım 2015

Devlet Nedir?

Dilara Kahyaoğlu
1998

Tarih I kitabına göre devlet tanımı; Bir milletin belli sınırlara sahip bir toprak parçası üzerinde kendi istiklalini elinde bulundurup teşkilatlanmasıyla ortaya çıkan kurumdur. Bir devletin olabilmesi için halk, toprak (ülke), bağımsızlık ve siyasi örgütlenme yani devlet yönetiminin bulunması gerekir.

Diğer devlet tanımları;

*Belli bir ülkede meşru egemenlik iddiasıyla o ülkede yaşayan bütün insanların hak, görev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolünü elinde tutan siyasal kurum

*Bir toplumdaki bütün siyasal kurumların soyut düzeyde toplamını ifade eden kavram.

*Sınıflı toplumlarda egemen sınıfların alt sınıflar üzerindeki sömürüsünü meşrulaştıran, hâkim sınıfın ideolojisini savunup onun çıkarlarını korumaya yarayan temel aygıtlardan biri.

DİKKAT; Bazı tarihçiler eski Türk toplumlarını ve/veya daha genel bir ifade ile bozkır halklarının oluşturduğu “Kabileler Birliğini / Boylar Konfederasyonu’nu” Devlet olarak kabul etmezler. Burada sorun 1- Sınırları belli toprak parçası tanımında 2-Siyasal örgütlenme tanımında karşımıza çıkar.

***Bozkır halklarında ülke sınırı olarak belirtilen çerçeveyi, günümüz devletlerinin ve/veya tarihte “yerleşik devlet “olarak isimlendirilen devletlerin sınırları ile karşılaştırıp aradaki farkları belirleyiniz.

Buradan çıkartacağınız sonuç, birinci sorunun cevabını verecektir.

Siyasi Örgütlenme nedir? (devlet örgütlenmesi, devlet kurumları, kurumlaşma v.b)

İlk anda “siyasi örgütlenme” kavramı anlaşılamaz, soyut bir kavram olarak algılanır. Devlet bir sistem, çeşitli kurumların ve/veya alt sistemlerin, üst bir sisteme bağlı olarak bir arada işleyişi, adeta bir ağ oluşturmasıdır. Devletin ne olduğunu anlamak için bu ağı biraz birbirinden ayrıştırıp, en basit ve kaba haliyle somutlaştıralım.


Örneğin kendisine “devlet” adını veren her siyasi örgütlenmenin içinde elle tutulur ve gözle görülür bir biçimde aşağıda yer alan sistemler ve kurumlar (kabaca) şunlardır. (Dikkat; mesele anlaşılsın diye günümüzden örneklere ve bugün kullanılan bazı terimlere/kavramlara yer verdik, ayrıca serbest çağrışım yönteminin yardımcı olmasını istediğimizden bazı terim/kavramlar, cümleler kısaca yazılmıştır, okurken düşünün, anlamını bilmediklerinizi araştırınız veya sorunuz)

Adli Kurumlar ve/veya adli sistem ; (“hukuk sistemi”, yasalar, yargılayıcılar, mahkemeler vb.)

Mülki Kurumlar ve/veya mülki sistem; (Bölge, şehir, köylerin yönetimi; yöneticiler; valiler, kaymakamlar, bölgesel amirler; bunların bölgenin tüm işleri ile ilgilenmeleri, kendilerine bağlı bürokrasi ağını oluşturmaları vb.)

Dini kurumlar ve/veya dinsel sistem; (Din adamları sınıfı, dinle ilgili kurallar sistemi, ibadet yerleri vb.)

Mali kurumlar ve/veya mali sistem; (hazine, bütçe hesapları, vergi toplama işlemleri, bunların kayıtları, ödemeyenlerin cezalandırılması, mal ve mülk sahiplerinin tapu kayıtları, bu sistemle ilgili bürokrasi ağının oluşumu vb.)

Askeri kurumlar ve/veya askeri sistem ; (Her zaman hazır bir ordunun varlığı, askerlerin eğitimi, geçim kaynaklarının sağlanması, kalacakları yerler, savaş sırasında yönlendirilmeleri, uymaları gereken kurallar- “polis sistemin oluşturulması”- veya daha eski çağlarda askerlerin iç denetimi sağlamak için çeşitli isimler altında görevlendirilmesi, bu sistemle ilgili bürokrasi ağının oluşumu)

Eğitim kurumları ve/veya eğitim sistemi; (Bütün bunların yapılabilmesi için kayıtların tutulması, yasaların, olayların yazılması, gelecek döneme bilgi aktarımı vb. için okuma yazma bilen ve bu konularında uzman olabilecek kişilerin yetiştirilmesi vb.)

Merkezi Kurumlar ve/veya merkezi Sistem; (İşlerin merkezden yönetilmesini sağlayacak bir saray ve saray teşkilatı, merkeze bağlı “bürokrasi”, katipler, olay kaydedicileri, hükümdarın yardımcısı olabilecek divan veya kurulun oluşturulmuş olması, bunların uyacağı kurallar, geçim kaynakları, vb.)

Şimdi ikinci sorumuza geçebiliriz. Böyle bir sistemin hatta sistemler bütününün oluşabilmesi nasıl gerçekleşebilir?

Bütün bunların KAYNAK yani kabaca PARA olmadan yapılması mümkün değil!

*Devlet bu parayı veya KAYNAĞI NEREDEN BULUR?

*HALKTAN

*HALK BU PARAYI VEYA KAYNAĞI NEREDEN BULUR?

*YETİŞTİRDİKLERİNDEN, ÇALIŞARAK ELDE ETTİĞİ ÜRÜNLERDEN

-Ama yetiştirdikleri veya elde ettikleri ya sadece kendine veya ailesine yetecek kadarsa?

-O zaman daha çok çalışmalı ve kendine yeten dışında devlete de verebileceği ARTI-ÜRÜNÜ elde etmeli (burada artı-değer konusuna girmiyoruz).

İşte devletin halktan aldığı bu artı-ürün’ün adı “VERGİ”dir.

-Peki halk artı-ürün elde edemezse veya vermek istemezse ne olur? Ayrıca ya devlet verebileceğinden fazla istiyorsa ?

- Devletin görevlerinden biri artı-ürün elde edilebilmesi için gerekli tedbirleri almak, gerekli yatırımları yapmaktır. Örneğin Sümerlerin sulama kanalları oluşturması böyle bir nedenden kaynaklanmaktadır. Ayrıca vermek istemezse diye bir şey olamaz VERMEK ZORUNDA... Devlet fazla vergi istiyorsa ne olur? Siz tarihte meydana gelen birçok iç sorunun, ayaklanmanın örneğin “Çin köylü İsyanlarının, Osmanlı’daki, Selçukludaki göçebe ve halk ayaklanmaları”nın neden çıktığını zannediyorsunuz? Aslında sistem bir taraftan karşılıklı çıkar ilişkisine de dayanır. Halk vergi verir ve karşılığında devletten güvenliğinin sağlanmasını, ticareti kolaylaştıracak yolların köprülerin yapılmasını, başı derde girdiğinde hakkını arayabileceği bir adalet mekanizmasının olmasını, çocuklarının gelecek hayatının özellikle mal ve mülk açısından güvence altına alınmasını ister. Bu örnekleri daha çoğaltmak mümkün, önemli bir kısmını kendi yaşantınızdan da çıkartabilirsiniz.

Ama elbette süreç her zaman bu kadar adil ve eşitlik temelinde işlemez. Tarih boyunca yönetenler ile yönetilenler arasında her zaman esas olan eşitsizlik olmuştur. Bugün sahip olduğumuz birçok siyasi-ekonomik ve sosyal hakların temelinde halkların/yönetilenler verdiği mücadele ve kazanımlar vardır.

AYRICA BU SİSTEMİN DEVAMI İÇİN VERGİLERİN DÜZENLİ VE SÜREKLİ TOPLANMASI GEREKİR. Bir sene toplandı ertesi sene toplanmadı diye bir durum sistemin devamı için mümkün değildir.

-Göçebeler için böyle bir şans var mı? Onlar üretim yapmıyor, hatta çoğu zaman ihtiyaçları olan ürünleri elde edebilmek için yerleşik toplumlara saldırıyorlar-yağma ve ganimet seferleri-

-Zaten mesele budur. GÖÇEBELERİN EKONOMİK SİSTEMLERİ ARTI-ÜRÜN ELDE EDİLMESİNE OLANAK VERMEZ.

İşte bu yüzden tarihçiler diyor ki; Göçebe ekonomisi “devlet” kurumlarının oluşması İçin gerekli artı-değeri yaratamaz bu yüzden göçebelerin siyasi örgütlenmesini klasik devlet tanımı içinde değerlendiremeyiz. Devlet diyebileceğimiz sistemin oluşmasının en temel şartı TOPLUMLARIN YERLEŞİK HAYATA GEÇMİŞ OLMASIDIR”

-Peki göçebe halklarda da yöneticiler (Örneğin hakan), görevliler, bir ordu vb. var. (?)

-Göçebelerin, bir çeşit, yani kendilerine göre bir siyasi örgütlenme gerçekleştirdikleri elbette doğrudur. Onun da kendine has kuralları ve işleyişi vardır, ama bu “devlet” değildir. Devlet tanımından yukarıda belirtildiği gibi yerleşmiş, kurumlaşmış bir sistemler bütününü anlıyoruz. Bazı göçebe toplumlar devlete geçiş aşamasının işaretlerini verirler (Osman bey dönemindeki Osmanlıların siyasi yapısı) Onun dışındaki örgütlenmeleri “Bozkır Kabilelerinin Konfederasyonu-Boylar Konfederasyonu-” olarak isimlendirmek gerekir.

***Yukarıdaki bilgiler ve kendi diğer araştırmalarınız ışığında Asya ve Avrupa Hunlarının siyasi örgütlenmelerini nasıl tanımlayabileceğimizi, nasıl isimlendirebileceğimizi tartışınız.



MÖ 6.yüzyılda Yunan ve Fenike şehir devletleri ile kolonileri
https://tr.wikipedia.org/wiki/Polis_(%C5%9Fehir)


Geleneksel devletten ulus devlete 

İlkçağda diğer uygarlıklarda da başlangıçta hep « kent devletleri » vardı ama bunlar zamanla, birleşip imparatorluklar veya büyük devletler haline gelmişlerdir ama hiçbirisi bugünkü anlamda bir devlet değildi yani « ulus devlet » değildi. Ulus devletten önceki devletler genellikle « geleneksel devlet » şeklinde isimlendirilirler.

Yunan polisleri ulus devlete daha çok benzemektedir. Roma İmparatorluğu’nun evrenselliği, devlet anlayışının da değişmesine neden oldu. Belli bir hukuksal temele dayanan Roma Devleti, çağdaş devlet anlayışına daha yakındır.

Ortaçağ'da uzun süre ihmal edilen devlet düşüncesi (Feodalizm konusuna bakınız) kilise babalarının katkısı ile yeniden önem kazandı. Bundan böyle Yunan- Roma kavramları Hıristiyan düşüncesine uyarlanmış biçimleriyle varlıklarını sürdürdüler. Ortaçağ ve Rönesans devletleri hemen her zaman kendilerinin üzerinde bir dinsel otorite ile birlikte var oldular.

“Çağdaş devlet” yani “ulus devlet” anlayışı 16. yüzyılda ortaya çıktı. Niccolo Machiavelli Jean Bodin, Thomas Hobbes ve öteki düşünürler kiliseye karşı laik devleti savunurken, ulus ve devlet kavramlarının ilk çağdaş tartışmasını başlattılar. Sözleşme Kuramı özellikle John Locke ve Jean Jacques Rousseau (18.yy) ile yeni bir anlam kazandı. Locke’a göre sözleşme iki tarafı birden bağlıyordu. Yönetenler yönetilenlere karşı sorumlu olmalıydılar. Rousseau, iktidarın kaynağının Tanrı değil genel irade olduğunu söylüyordu. İşte demokratik devletin, cumhuriyet rejiminin, hukuk devletinin ortaya çıkışı bütün bu aydınlanmacı filozofların tartışmaları, ekonomik gelişmeler ve elbetteki toplumsal devrimlerin sonucu süreç içinde yavaş yavaş şekillenerek olmuştur.

18. yy sonlarında devleti tümden reddeden görüşler de ortaya çıkmıştır, onlara göre devlete ihtiyaç yoktu ve insanlar devlet olmadan da kendilerini yönetebilirlerdi. Bu fikrin belli başlı temsilcileri Godwin, Proudhon, Kropotkin’dir.


Yazar adı belirtilmeden kullanılamaz, alıntı yapılamaz.

Hiç yorum yok: