27 Kasım 2015

Tarih Bilimine Giriş

Dilara Kahyaoğlu
1997

1. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TARİH YAZICILIĞININ TARİHÇESİ
Olayların yer ve zaman gösterilerek kaydedilmesinin uygarlıkların ve devletlerin ortaya çıktığı dönemlere denk gelmesi şaşırtıcı değildir. Çünkü yazı keşfedilmiş, geliştirilmişti ayrıca halk ile saray ve tapınak arasında derin uçurumların bulunduğu bu ilk dönemlerde “tarih yazıcılığı” yalnızca devletin, hükümdarların askeri zaferlerinin öyküsünü anlatmak için kullanılıyordu. Ve elbette bu öyküler, mitlerle/efsanelerle iç içeydi.

Herodotos. guvii.com
Tarihin mitolojiden koparak bir “bilim”* kimliği kazanması; ilkçağlarda eski Yunanistan’da tarihçi Herodotos’la başlar (MÖ yaklaşık 460 -yaklaşık 395). Herodotos’un tanrıların savaşlarından değil de Med Savaşları’ndan bahsetmesi yani araştırılıp doğrulanabilir olaylardan söz etmesi bu başlangıcın ilk adımı sayılır. Herodotos’un eserlerinde görülen mitolojik yaklaşımın son izlerini de tarihçi Thukydides silmiştir. Buna rağmen tarih “bilim”in kesintisiz geliştiği söylenemez.
Örneğin, Ortaçağ’ın düşünce ürünleri; “geçmişe, geleneklere ve tarihteki örneklere göndermelerle dolu ve eleştirel tutarlılıktan yoksundu.” Herhangi bir iddiayı desteklemek için uydurulmuş tutanakların ve sahte belgelerin çokluğu da bununla açıklanabilir. Ama bu durumdan ortaçağ tarihçilerinin sadece önemsiz eserler verdikleri sonucunu çıkartmamalıyız.

Ortaçağ tarihçilerinde eksik olan “eleştirel yöntem”in yaratıcısı ise Hümanistler olmuştur. Bunun en çarpıcı örneği de 1440’da İtalyan hümanist Lorenza Valla’nın, Papalık yetkilerinin kaynağı olarak gösterilen belgenin sahte olduğunu ispatlamasıdır. Halbuki bu belgenin gerçekliği 600 yıl boyunca sorgulanmamıştı. Hümanist yaklaşım, kuşaktan kuşağa aktarılmış bilgileri süzgeçten geçirdi ve eleştirel yöntemi yarattı.


quotesgram.com
18. ve 19. yüzyılda tarih bilimi çeşitli felsefelerden etkilenerek ufkunu genişletti. Fransız İhtilali’nin demokratik kazanımları, zorunlu eğitim ve öğretimin yaygınlaşması ile tarih özerk bir “bilim” haline geldi. Böylelikle tarih yazıcılığı ilk kez, temelde bu iş için yetiştirilmiş profesyonel eğitimden geçmiş tarihçilerin uğraşı oldu. 1809 da, Prusya’da Berlin Üniversitesi çevresinde Leopold Von Ranke; tarihi, olgulara dayandıran, pozitivist “Alman Tarih Okulu”nu kurdu. Ranke, tarihçinin görevini; “olayları olduğu gibi anlatma ve aktarma biçimi” olarak tanımlıyor; “Nasılsa, öyle göstermek" gerekir diyordu. Ama kendi çalışmalarında örtük bir şekilde Prusya Devletini savundu.

Alman tarihçiliğinin araştırma yöntemleri 19.yüzyılın akışı içinde öbür ülkelere de yayıldı ve olguculuk ile deneycilik uzun süre tarihçiliğin önde gelen ilkeleri arasında kabul edildi.
20.yüzyılın II. yarısında ise bu ilkelerin çeşitli açıdan sorgulandığı görüldü. Sadece eski tarihin değil, çağdaş tarihin de ideolojiler üstü bir konuma kavuşamayacağı anlaşıldı. Böylece tarihçilere yalnızca kaynaklarını ve dokümanlarını değil, kendi kendilerini de sorgulamayı öğreten tarih yazıcılığı anlayışı gündeme geldi. Örneğin ünlü İngiliz tarihçi E.H.Carr bu konuda şunları söylüyor: “Bir kere; tarihin olguları bize hiç bir zaman saf olarak gelmezler, çünkü saf bir biçimde var olmazlar, var olamazlar. Her zaman kayıt tutanın zihninden kırılarak yansırlar. Bir tarih eserini ele alınca, ilk ilgileneceğimiz içindeki olgular değil, onu yazan tarihçi olmalıdır. Genellikle tarihçi istediği türden olguları elde edecektir. Tarih yorum demektir. Tarihçi, geçmişin değil bugünün insanıdır. Tarihçi, olguları olmaksızın köksüz boş; olgular, tarihçileri olmadan ölü ve anlamsızdır.”

Bu yüzyılda dikkati çeken en önemli tarih okulu “Annales Tarih Okulu ” olmuştur. Marc Bloch ve Lucien Febvre ‘nin kurduğu bu “Yeni Tarih” anlayışı yüzyılın en büyük tarihçisi kabul edilen Fernand Braudel ile devam etti. “Bütüncül Tarih Anlayışı” da denilen bu okula göre, tarihçi; değişmeye etki eden tüm unsurları hesaba katmalıdır. Tarihçi, geçmişi inşa ederken toplum bilimlerinin tümünden yararlanmak zorundadır.

2.TARİHİN TANIMI- TARİH NEDİR?
Yukarıda anlatılanlardan da tahmin edilebileceği gibi tarihe bakış zamanla büyük değişim gösterdiğinden tarihin tanımı da bu süreçle beraber değişmiştir. Tarih bilim için genel olarak “İnsanlığın ve toplumların geçmişi ile ilgili bilgileri ve gelişmeleri ele alan inceleyen “bilim dalı”dır diyebiliriz. Tarihçi ise, tarih üzerine araştırmalar yapan ve tarihle ilgili eserler yazan kişidir (müverrih).
Dipnota dikkat!*

3.TARİHİN KONUSU VE YÖNTEMLERİ
Konusu:
Eskiden sadece kralların, kahramanların, tanrıların, devletlerin savaşlarını, ilişkilerini anlatan ve diğer gelişmeleri bu merkezler çevresinde ele alan tarih biliminin ilgilendiği alanda çok önemli değişimler olmuştur. Bugünkü tarih biliminin en önemli özelliği giderek çok çeşitli bilim dalları ile işbirliği yapması ve artık hemen hemen her konuyu ilgi alanı içine katmış olmasıdır, bunda özellikle filozof Michel Foucault’un etkisi büyük oldu. Böylece 20. yüzyıl tarihçileri daha önceki tarihçilerin ilgisini çekmeyen ama önemli bilgiler sağlayan birçok konuya eğildiler. Örneğin; halkın beslenme koşulları, günlük yaşamı, eğlence yerleri, okuma alışkanlıkları vb.

Yöntemi:
Tarih biliminin olgulara ve onlar üzerine yapılan yorumlara dayandığını hatırlayalım. Bunun için araştırma yapan bir tarihçi şu yolları izlemek zorundadır.
a) Kaynak Bulma;
Tarih hakkında bilgi veren her türlü malzemeye kaynak, belge veya vesika denir. Kaynaklar; I.Elden kaynaklar ve II. Elden kaynaklar olarak ikiye ayrılarak değerlendirilir.
I. Elden kaynaklar doğrudan doğruya incelenen konuya ait, onu yansıtan, olaya tanıklık eden belgelerdir. Bunlar yazılı (antlaşma metinleri, mektuplar, paralar vb.) ve yazısız kaynaklar (seramik kaplar, heykeller, yapı kalıntıları, filmler, resimler, ses kasetleri vb. ) olabilir.
II. Elden kaynaklar ise I.elden kaynaklardan yaralanarak hazırlanan eserlerdir. Hazırlanan eser
I. Elden Kaynaklara yani belgelere ne kadar dayandırılmışsa o kadar değerlidir, “bilimseldir”.

b) Verileri sınıflandırma, çözümleme, eleştirme (tasnif , tahlil ve tenkit etme):
Tarihçi elde ettiği belgeleri, araştırdığı konuya uygun olarak sınıflandırır. Örneğin kronolojik olarak sınıflandırabilir. Konusuna, içeriğine göre sınıflandırabilir. Daha sonraki aşamada ise; elden edilen kaynaklar gözden geçirilir, eksiklikler saptanır, belgelerin nerelerde kullanılacağı belirlenir, eksiklikler tamamlanmaya çalışılır. Tarihçinin en önemli görevlerinden biri de elde ettiği belgelerin güvenilir olup olmadığını tespit etmektir bu nedenle belgeler, eleştirel süzgeçten mutlaka geçirilmelidir. Bu çok önemlidir çünkü değerlendirmeler ve yorum, bu belgeler ışığında yapılacaktır.

c) Birleştirme, sentez yapma (terkip )
Tarihçi elde ettiği bilgileri bu aşamada bir sanatçı/edebiyatçı/bilim insanı duyarlılığı ile birleştirmek ve yeni şeyler yaratmak durumundadır.


4. TARİHİN DİĞER BİLİMLERLE / DİSİPLİNLERLE İLİŞKİSİ
Tarih, yazılı ve yazısız belgelere genellikle başka disiplinlerin yardımıyla ulaşır. Örneğin; eğer o kaynaklar toprak altındaysa ancak kazı yapan bir bilim olan arkeoloji sayesinde yazılı ve yazısız kaynaklara ulaşılabilecektir. Çoğu zaman bir tarihçi, ne belgelere tek başına ulaşabilir ne de onları tek başına çözümleyebilir. Belgeleri anlaşılır bir biçimde elde edebilmenin dışında başka nedenlerle de tarihin yardımcı disiplinlere ihtiyacı vardır; hiç bir olayın tek bir nedeni ve tek bir sonucu olamaz, örneğin Osmanlı Devleti’nin Batı’ya yaptığı seferlerin elbette ki ekonomik, toplumsal, siyasi, psikolojik vb. bir sürü nedeni vardır. Bu yüzden tarihçi araştırdığı konuyu bütün girdileri ve sonuçları ile birlikte kavramak ve yorumlamak istiyorsa; diğer disiplinlerle çalışmak/onlardan öğrenmek durumundadır.
Unutulmaması gereken konulardan biri de şudur: Bu bilimler/disiplinler sadece tarihe yardımcı olmaları için ortaya çıkmamışlardır. Çoğu tarihten bağımsız olarak bir işleve, amaca sahip disiplinlerdir.
Tarihin işbirliği yaptığı bilimlerin/disiplinlerin belli başlılarını sıralayıp, kısaca gözden geçirelim:

Arkeoloji: Kazı yapar, buluntuları tanımlayarak araştırıcılara sunar. Arkeoloji, tarih öncesine ışık tutabilecek en önemli disiplinlerden biridir. Eskiye kıyasla günümüzde, bu bilimin hem yöntemleri hem de ilgi alanları çok değişmiştir.
Epigrafya: Yazıt veya kitabe; bir kimse veya bir olayın anısını yaşatmak için sert bir zemin üzerine kazılan yazı daha çok da “yazılı taş”lardır. Bunları inceleyen bilime “epigrafya” adı verilmiştir.
Kronoloji: “Zaman bilimi” demek olan kronoloji, olayların sıraya sokulması konusunda tarihe yardımcı olur.
Paleografya: Tarihsel el yazılarını okur, üzerinde çalışmalar yapar.
Soybilim (Jenealoji): Ailelerin yapısını ve kökenini araştırır.
Nümizmatik: Paraları inceler.
Adbilim (Onomastik ): Kişi ve yer adlarını inceler.
Diplomatik: Resmi belgeleri, senetleri ve yasaları inceler ve yorumlar.
Papiroloji: Pairüsleri inceler, üzerindeki yazıları çözümler ve yorumlar.
Armabilim (Heraldik): Arma ve amblemleri inceler, çözümler ve yorumlar.
Mühürbilim: Mühürleri inceler ve çözümler.
Filoloji: Dil varlıklarını ve yazılı belgeleri dilsel ve tarihsel açıdan incelediği gibi “dil”i bir araç olarak kullanıp bir toplumun kültürünü de inceler.
Coğrafya: Yeryüzünü fiziksel, ekonomik, sosyal (beşeri) ve siyasi açıdan inceleyen bilimdir. Tarihin olayın veya sürecin yaşandığı yer hakkında bilgi sahibi olması çok önemlidir. Çünkü değişimi veya olayları meydana getiren koşullar, o mekânda oluşmuştur. Tarihsel sürecin kavranması ancak o koşulların kavranması ile mümkündür. Bu konuda tarihin coğrafyaya çok ihtiyacı vardır, hatta tarih biliminin coğrafya ile bütünleştiğini iç içe olduğunu bile söyleyebiliriz.
İstatistik: Bir sonuç çıkartmak için olguları yöntemli bir biçimde toplayıp sayı olarak belirten matematiğin uygulama dalı sayılan bir bilimdir. Örneğin belli bir yöredeki okuma yazma oranını, gelir düzeyini bilmek için bu bilim dalına başvurabiliriz.
Sosyoloji: “Toplum bilim” anlamına gelen bu dal da belli bir toplum içinde yaşayan insanı inceler belli yargılara varır ve bunları diğer bilimlerin incelemesine sunar.
Etnoğrafya (Etnoloji):Toplumların gelenek ve göreneklerini inceleyip yorumlayan bir disiplin olarak tarihe yardımcı olur.
Antropoloji: Özellikle ilk insanların fiziksel özelliklerini konu edinir, araştırır.
Etimoloji: “Köken bilim” de denilen bu disiplin, sözcüklerin kökeni üzerine araştırmalar yaparak tarih bilimine incelenen konu ile ilgili olarak ipuçları sunar.
Psikoloji: İnsanların hem birey hem de toplumsal açıdan ruhsal yapılarını inceler.
Kimya: Maddelerin temel yapılarını, bileşimlerini, dönüşümlerini inceleyen bir bilim dalı olduğu için özellikle tarihsel belgelerin maddi yapısı hakkında bilgi edinmek için bu bilime başvurulur.
Astronomi: Gök cisimlerini inceler. Evrenin oluşumu, gökyüzündeki gelişmelerin dünyaya etkileri, takvimlerin oluşumu ve içeriği konusunda tarihin başvurabileceği ilk bilim astronomidir.
Felsefe: Varlık, bilgi ve daha başka birçok konuda sorular sorar, tartışır.
Tarih Felsefesi: Tarihin temelini oluşturan ilkeler ile ilgilenir.

5. TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
Tarihte olaylar ve olgular elbette ki zincirleme bir şekilde birbirine bağlıdır. Nedenler sonuçları o sonuçlar, başka olayları meydana getirmiş ve bilebildiğimiz ilk dönemlerden günümüze kadar bu süreç kesintisiz olarak yaşanmıştır. Bu yüzden şu veya bu nedenle gelişmeleri ortalarından bölüp çeşitli sınıflandırmalara tabi tutmak pek doğru gözükmese de araştırmayı ve öğretimi kolaylaştırmak açısından yıllardır bu yola sık sık başvurulmuş, sınıflandırmanın hatalı olduğu düşünüldükçe de yeni arayışlara gidilmiştir.
Bugüne kadar sınıflandırmalar belli başlı üç şekilde yapıla gelmiştir.
a-Zamana göre sınıflandırma (uzunluğuna ayrım, kronolojik ayrım)
b-Mekana göre sınıflandırma (genişliğine ayrım, coğrafi ayrım)
c-Konuya göre sınıflandırma (derinliğine ayrım, tematik ayrım)

a. Zamana göre sınıflandırma:
Bu sınıflandırmada tarih; kronolojik sıraya göre zaman dilimlerine bölünmüştür. Örneğin, çağlara, yüzyıllara veya önemli kişilere bağlı olarak çeşitli sınıflandırmalar yapılır. Çağ ayrımı en çok eleştirilen ayrımların başında gelir çünkü Ortaçağ’ın sonunda başlayan bir olayın etkileri ve sonuçları Yeniçağ ’da da devam eder. Aynı durum, yüzyıllara ayırırken (15.yy 16.yy ) veya önemli kişilere bağlı dönemlere bölerken de (Kanuni Dönemi) söz konusudur. Buna rağmen -sürecin bozulduğu düşünülmekle birlikte- pratik yarar açısından yine de bu tür ayrımlara gidilmektedir.
Bir diğer mesele de; Ortaçağ veya Yeniçağ gibi sınıflandırmalar esas olarak Avrupa’ya özgü olaylardan /gelişmelerden yola çıkarak yapılmış olan bir bölme işidir ve bu çağların ne zaman başlayıp, bittikleri de neredeyse kesin olarak bellidir. Örneğin, bir Çinli tarihçinin böyle bir ayrımı kabul etmesi beklenemez. Bu yüzden bu tür ayrımlar evrensel bir değer taşımadıkları, gelişmeleri tam ortadan böldükleri, konunun bütünlüğünü bozduğu için de eleştirilir.

b. Mekâna göre sınıflandırma: Tarihin; Hindistan Tarihi, Kuzey Afrika Tarihi veya İzmir’in Tarihi gibi mekanlara bölünerek incelenmesine denir. Bu yüzden bu sınıflandırmaya ayrıca coğrafi ayrım veya genişlemesine ayrım adı da verilir. Burada yine mutlak bir bölünme söz konusu değildir. Başka başka mekânlarda geçen gelişmelerin her biri aynı zamanda dünya tarihinin birer parçalarıdır ve o bütün içinde değerlendirilmelidir.

c. Konuya göre sınıflandırma: Çözümleyici (analitik) sınıflandırma da denilir. Bütünlüğü bozmamak, incelenen parçayı bütün içinde değerlendirmek şartı ile tarihsel gelişmeler konuya göre de incelenebilir. Örneğin “Savaş Tarihi” gibi savaşın merkeze alındığı bir araştırmayı ekonomik, siyasi, psikolojik etki ve gelişmelerden koparmak mümkün değildir.
Sonuç olarak belli bir amaçla yapılan tüm bu ayrımlar bütünün, dünya tarihinin parçalarıdır.


6.TAKVİM
“Tüm çağların en büyük buluşu zamandır”. Ayların, haftaların, yılların, günlerin, saatlerin, dakikaların ve saniyelerin bulunması ile insanlık doğanın kısırdöngüsünden kendini kurtarabilmiştir.
Zamanın gün, ay veya yıl gibi uzun süreli dönemlere bölünmesi ve bu bölümlerin belirli bir düzen içinde sıralanmasına yönelik sistemlerin ortak adına “TAKVİM” denilmektedir.

Takvimlerin temel birimi gündür. İnsanlar ilk zamanlardan itibaren doğal olarak “bir günün” farkında idiler –güneş doğar ve batar- Ama günün 24 saate bölünmesi sonradan yapılan yapay bir düzenlemedir. 7 günden oluşturulan hafta da yapay bir oluşumdur. Ay’ın dünya etrafındaki tam bir çevriminden yola çıkılarak 29,5 günlük bir ay süresi bulunmuştur. Yıl ise Yer’in Güneş çevresindeki tam bir dolanım süresidir. Bu süreyi ölçmenin birçok yolu olmuştur.
En yaygın olan dönence yılıdır. Güneş Yılı da denilen bu sisteme göre Güneş’in gün ve gecenin eşit olduğu ilkbahar noktasından iki geçişi arasındaki zaman esas olarak alınmıştır. Bu süre yaklaşık olarak 365 gün 6 saattir. Bugünkü bilgilerimize göre; güneş yılının gerçek uzunluğunu ilk belirleyenler, onu pratik ve anlamlı bir biçimde saptayanlar Mısırlılar olmuştur.

Kavuşum Ayı veya Ay Yılı da denilen diğer yaygın yıl türünde esas olan; ayın on iki kere dünyanın etrafını dolanmasıdır. Bu yılın süresi yaklaşık olarak 354 gündür. Anlaşıldığı gibi Ay Yılı ile Güneş Yılı arasında 11 günlük fark vardır. Her iki takvimde de yılın artıksız olarak günlere bölünmesi mümkün değildir. Bu yüzden, genellikle artan saat dilimleri dört yılda bir (1) gün olarak şubat ayına ilave edilir. Güneş Yılı dönüşen mevsimlerin en iyi ölçüsü olduğundan toplumlar genellikle onu kullanmayı tercih etmiştir ama eski Babilliler Ay Yılı’nı kullanmışlar ve sonuna kadar da ona bağlı kalmışlardır. İslam dünyasında halen kullanılan Hicri Takvim de Ay yılına göre düzenlenmiş bir takvimdir.

6.1. “Türklerin” kullandığı belli başlı takvim çeşitleri
“12 Hayvanlı Türk takvimi”:
Aslında bu takvim, Çin kökenli olup Asya’da yaygın olarak kullanılmıştır, kullanılmaktadır.
Göktürkler, Uygur Türkleri, Tuna Bulgarları, İdil Bulgarları, Çin'in hemen kuzeyinde bulundukları için büyük ihtimalle da Hiung-nu'lar da kullanmıştır. Göktürk Yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarlarının yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi ve Manas Destanı'ndaki bazı olaylar da bu takvim ile tarihlendirilmiştir. Türklerin Müslüman olmadan önce kullandıkları bu takvim güneş yılına göre düzenlenmiştir. Bu takvimde, 12 yıllık devirlere bölünmüş olan yıllara birer hayvan adı verilirdi.

Hicri (kameri) Takvim:
Türklerin Müslüman olduktan sonra kullandıkları bu takvimde, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçü başlangıç olarak alınmış ve ay yılına göre düzenlenmiştir. Hicri takvim ile Miladi takvimin arasında önemli ölçüde zaman farkı vardır. Bunun nedeni; hicri takvimin miladi takvimden 622 yıl daha geç oluşturulmuş /başlamış olması ve hicri takvimin dayandığı ay yılının, güneş yılından 11 gün eksik olmasıdır. Bunlar dikkate alınarak iki takvim yılı birbirine dönüştürülebilir.

Rumi Takvim:
Osmanlılarda, hicri takvimin özellikle ekonomik alandaki yetersizliklerinden dolayı bazı düzenlemeler yapılmış ve 1839 yılından itibaren Rumi Takvim resmen kabul edilmiştir. Güneş yılı esasına göre düzenlenmiş olan takvim, aynı hicri takvim gibi “Hicret”i başlangıç olarak alırdı. Yılbaşının Mart ayı olduğu bu takvim ile sadece mali işler yürütülmüş, 1916 yılında Batı’da kullanılan takvime uygun olarak yeni değişiklikler yapılmış, Cumhuriyet Dönemi ile beraber yürürlükten kalkmamış, 1982 yılına kadar sadece bütçe ile ilgili işlerde kullanılmaya devam edilmiştir.

Celali Takvim:
Selçuklular zamanında mali işler için kullanılan bu takvim de güneş yılı esasına göre düzenlenmişti.

Miladi Takvim:
Bugün dünyada en yaygın olarak kullanılan takvim, güneş yılına göre düzenlenmiş olan “Gregoryen” yani “Miladi Takvim”dir. Başlangıç, yani (0) noktası olarak kabul edilen olay Hz. İsa’nın doğumu olduğu için Miladi Takvim olarak bilinir (milat, “doğum” anlamına gelmektedir). Gerçekte Miladi Takvim; Mısır Güneş Takvimi ile ondan yararlanılarak geliştirilmiş olan Roma İmparatorluğu’nun Jülyen takviminin son halkasıdır; Jülyen Takvimi, Hıristiyanlığın kabulünden sonra Papa XIII.Gregor tarafından yeniden düzenlenmiştir.

Miladi yıla göre düzenlenmiş olan bir zaman çizelgesinde ortada “Milat” denilen “0” değere sahip bir “başlangıç noktası” yer alır. Başlangıcın sol (aşağı) tarafı milattan önce olmuş olayların tarihlerinin yazıldığı bölümdür. Bu nedenle bu bölümde meydana gelmiş olayların tarihlerinin başına “MÖ/İÖ/BC” (milattan önce/İsa’dan önce) sembolü konur. Milattan önceki dönemlerde (MÖ) olmuş olayların tarihleri, başlangıç noktasına yaklaştıkça (“0”/ Milat) veya günümüze yaklaştıkça küçülür, milat noktasında sıfırlanır, günümüzden uzaklaştıkça büyür. Milattan sonra ise yeniden büyüyerek günümüze kadar devam eder. Milattan öncekinin (MÖ) tersine bu bölümdeki (MS/İS/AD) tarihlerden bize en yakın olanlar daha büyüktür, bize göre daha uzak geçmişi ifade eden tarihler ise bize yakın olanlardan daha küçük rakamlardır. Milattan sonraki dönemdeki tarihler için “MS” sembolünü kullanılmaz.

Kaynaklar
Tarih Ders Kitabı, MEB yayınları,
Tarih Eğitimine Eleştirel Yaklaşım, Tarih Vakfı, 2003
Tarih Nedir, E. H. Carr, Birikim Yayınları, 1980
Tarih Öğretiminde Çoğulcu ve Hoşgörülü bir Yaklaşıma Doğru, Tarih Vakfı, 2003
Tarih Öğretiminin Yeniden Yapılandırılması, Tarih Vakfı, 2000
Tarih ve Öğretimi, Salih Özbaran, Cem Yayınevi, 1992
Tarih ve Toplumsal Kuram, Peter Burke, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994
Tarih, Tarihçi ve Toplum, Salih Özbaran, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997
Tarihin Peşinde, John Hospers, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1984

Tarihte Neler Oldu, Gordon Child, Alan Yayıncılık, 1993/5
Ana Britannica, Tarih ve Tarihçilik maddeleri.


* Tarihin bilim olup olmadığı tartışmalı bir konudur, bu nedenle bazı tarihçiler tarihe bilim değil, örneğin disiplin demeyi tercih eder. Vb.

Bu yazının tamamı veya bir kısmı; yazar ismi belirtilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.

Hiç yorum yok: