30 Kasım 2018

Hristiyanlık, Kilise ve Papalık

Dilara Kahyaoğlu
1998-2018
https://www.wdl.org/en/item/4108/view/1/7/
Nürnberg Chronicle'da Meryem Ana, Çocuk İsa ile birlikte resmedilmiş.
Kitap bu görselle başlatılmış. 
Hıristiyanlık;  İsa’nın yaşamını kişiliğini, öğretilerini temel alan din olarak tanımlanabilir. Hıristiyanlık, Filistin'deki Yahudi toplumu içinde bir muhalif akım olarak ortaya çıkmıştır. İsa ve havarileri birer Yahudi idi ve Yahudilik inanışına göre beklenen “Mesih” (kurtarıcı, kutsanmış anlamında üzerine yağ sürülmüş demektir) İsa’nın kendisinden başka bir şey değildi. Elbette bu inanışa İsa ve havarileri sahipti, diğer Yahudi toplumu üyeleri ise bu inanışı öfke ve tepkiyle karşılamışlar, İsa’nın, Mesih olduğunu kabul etmemişlerdir (Mesih'in Yunancası “Hristos”tur. Hıristiyanlık kelimesi de buradan yaratılmıştır).

Süleyman Tapınağı
Nürnberg Chronicle'
Hıristiyanlık fikri içinden doğup geliştiği Yahudi inancı ile iki noktada çelişiyordu
1. Mesih'in görevi yani kurtuluş sadece tek bir halkla yani İsrailoğulları ile sınırlı değildi, evrenseldi, tüm halkları kapsıyordu.
2. Dinin özü eski anlaşmaya (bilinen adıyla Tevrat/Eski Ahid) bağlı kalmak değil yeni anlaşmaya (İnciller/ Yeni Ahid) katılmaktı.

İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra havarileri bu dinin ilk piskoposları oldular ve kilisenin temellerini inşa ettiler. Hıristiyanlık, havarilerden Aziz Paulus’un çok geniş alana yayılan etkinlikleri sonucu Romalı puta tapanlar arasında çok sayıda yandaş buldu. Başlangıçta putperest Roma ile Hristiyanlığa inananlar arasında ciddi çelişmeler yaşandı ve Hristiyanlar, Romalı yöneticiler tarafından kıyıma uğratıldılar. İbadetlerini gizli olarak yürüttüler, bu dönemde kilise bir dayanışma örgütü olarak yaygınlaştı. Roma İmparatoru Konstantinus’un Hristiyanlığı benimsemesiyle (313) her şey değişti ve bundan böyle Hıristiyanlık Roma İmparatorluğunun kurumsal çerçevesi üzerinde gelişip, şekillenmeye başladı.

Roma İmparatorluğunu parçalayan “Barbar” istilaları ardından doğudaki toprakların Müslümanlar tarafından kapatılması, Hıristiyanlık için yeni coğrafi sınırlar yarattığı gibi Hristiyanların kendi arasında da “Doğu ve Batı kiliseleri” şeklinde ikiye bölünmelerine yol açacak gelişmeleri başlattı. Bilindiği gibi Roma İmparatorluğu 395 tarihinde Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılmıştı. Doğu Roma, başkentinden dolayı zamanla “Bizans İmparatorluğu” adıyla anıldı. Başta Anadolu olmak üzere en parlak zamanlarında Akdeniz, Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya hakim oldu.

“Barbar” istilaları tam ortasında patlamış olan Batı Roma yine bildiğiniz üzere fazla dayanamadı ve 476 yılında yıkıldı. Eski Roma toprakları üzerinde bir çok “barbar” krallık kuruldu.

Ama bütün bu olanlar batıdaki kilisenin varlığını sona erdirmemiştir. Hatta aksine “Batı Kilisesi” görevini çok iyi yerine getirir ve Avrupa’yı talan eden, bir uçtan bir uca kateden “barbarlar” Hristiyanlaştırılır, “ehlileştirilir” diğer bir söyleyişle asimile edilirler. İşte o “barbar” krallıklar bundan böyle Hristiyanlığın gönüllü savaşçıları (Haçlı Seferleri ) olacaklardır ki bu durum Türklerin, Müslüman olduktan sonra böyle bir görev üstlenmelerine benzemektedir.

Doğuda Bizans imparatorluğunda ise sağlam bir yapı vardı ve “barbar”istilalarını daha çok sınırlarında yaşamış, sarsıntı geçirmiş ama Batı’ya kıyasla kolay atlatmıştır. Bizans kilisesi, içinde bulunduğu topraklardaki (Anadolu, Ortadoğu) doğu inanç ve kültüründen etkilendiği gibi Batı'dan çok önemli bir farklılığı da yaşamaktadır. Batı’da, Roma Devleti yıkılmıştır ama Bizans Devleti ayaktadır, dolayısıyla kiliseyi kendi denetimi altına almaya çalışan, bir devlet kilisesi haline dönüştürmeye çalışan güçlü imparatorlar vardır. Nitekim Bizans kilisesi İmparatorun egemenliği altına girer, imparator, kilisenin başı olur.

Batıda ise farklı siyasal koşullar nedeniyle (biliyorsunuz Batı Roma Devleti yıkılmıştı) kilise hükümdardan bağımsız olarak güçlenir ve kendisi bir devlete dönüşür.

Batı ve Doğu kiliselerinin sorunu çözmek için yaptığı toplantılar, uyuşma çabaları sonuç vermez çünkü her iki tarafta karşı tarafı kendi denetimi altına almaya, etkinlik alanını genişletmeye çabalamaktadır. Bu yüzden iki kilise de bir anlamda kendi yollarında yürüyüp giderler ve bundan böyle Bizans merkezli kilisenin Hıristiyanlık öğretisi “Ortodoksluk”, batı merkezli (Papalık) kilisenin Hristiyanlık öğretisi “Katoliklik” olarak isimlendirilir. Hıristiyanlık, resmi olarak ikiye ayrılmış, (kesin kopuş 1054) Hristiyanlığın iki büyük mezhebi böyle doğmuştur.

Batı’da adeta bir devlete dönüşen Kilise ve Papalık 8. yüzyılda Frank Krallığına kendi üstünlüğünü kabul ettirmeyi başarır ama aynı zamanda Frank Kralları, Papalık topraklarının da koruyucusu olacaklardır. Papalığın tüm imparatorlar üzerinde etkinlik kurma girişimleri ileride Papalık ile hükümdarlar arasında gerilime yol açacaktır.

Batı’da kilisenin feodalleşmesi de bu süreç içerisinde gelişti (bkz; Feodalizm). Bütün Avrupa’da siyasal yöneticiler kilise içinde önemli konumlar elde ederken, imparatorluk sınırları içindeki piskoposlar da aynı zamanda piskoposluk bölgelerinin prensleri oldular. 10. ve 11. yüzyıllarda yapılan reformlar sonucu kiliseyi devlete bağımlı kılan ilişkilere son verildi. 16. yüzyılda ortaya çıkan Protestan reform hareketi sonucu Katolik dünyası yeni bir bölünmeye uğradı ve bugün de hala varlığını sürdürmekte olan bir çok yeni mezhep ortaya çıktı (Protestanlık, Anglikanizm, Kalvenizm vb.).

Enkizisyon/ Engizisyon
Enkizisyonu; Katolik kilisesi’nde heretik akımlar ile simya, büyücülük ve cadılık gibi etkinliklere karşı mücadele amacıyla oluşturulmuş, Ortaçağ'da ve Yeniçağ'ın başlarında büyük güç kazanmış, “papalığa bağlı yargı kurumu” olarak tanımlayabiliriz. Sözcük, Latince “inquiro” yani araştırmak, soruşturmak kökünden türetilmiştir. “Enkizitörlerin” yani enkizisyon görevlisi olan sorgucuların görevi ise herhangi bir şikayet beklemeksizin heretikleri ve başka din suçlularını araştırıp bulmaktı.

Ortaçağ başlarında Katolik Kilisesi’nin gücünü pekiştirmesinden sonra heretiklere toplum düşmanı gözüyle bakılmaya başlandı. Heretik akımlar güçlenip devletin varlığını tehdit eder bir duruma gelince de, kilise bir yandan afaroz uygulamalarına girişirken, bir yandan da Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, resmi kovuşturmalar başlatmıştı. Böylece ortaya çıkan Enkizisyon Kurumu’nun ilk biçiminde yerel piskoposun yetkisi altındaki kilise yargılamasından geçtikten sonra nedamet getirmeyen ya da kefaret ödemeye yanaşmayan heretikler; ayrıca tövbe ettikten sonra tekrar suç işleyenler, cezalandırılmak üzere sivil makamlara teslim ediliyorlardı. Ama sonuçta heretiklerle uğraşmak tek tek piskoposların gücünü aştı ve sonunda Papalık her bölgeye temsilciler göndermeye başladı. 1215 yılında toplanan IV. Lateran Konsili, ülkelerini heretik akımlardan temizlemeyen hükümdarları tahtan indirip, topraklarına el koymakla tehdit edince, Avrupa kralları din suçları için ölüm cezasını da öngören hükümler benimsedi. 1231 yılında Enkizisyon, Papalığa bağlı olacak bir şekilde kurumlaştı. Enkizisyonun görev alanı vaftiz edilmiş Hıristiyanların, belirli bir kilise öğretisini, başkalarının önünde bilerek ve ısrarla inkar etmelerinden doğan suçlarla sınırlıydı. Yahudiler, Müslümanlar ve putperestler ancak Hristiyanları heretik sayılan inançlara yöneltmekle suçlanırsa Enkizisyonun karşısına çıkarılıyorlardı. Şeytana tapma, zina ve akrabayla cinsel ilişki gibi suçlar da zamanla Enkzisyonun görev alanına girdi.

Yargılama yöntemi çok ayrıntılıydı. Genellikle sanığa itirafta bulunmak, günah çıkarmak için belli bir süre tanınırdı. Bu yolu seçmeyen sanık, enkizitörün karşısına sorguya çıkarılırdı. 13. yüzyıl sonlarına değin suçlayıcı tanıkların kimliği gizli tutulduğu için sanığın kendini savunması çok zordu. Başlangıçta sorgu esnasında işkence yöntemi uygulanmadığı halde, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nda Roma Hukuku’nun yeniden yürürlüğe sokulması ile eski Yunan ve Roma’da olağan yargılama yöntemi olan “işkence” 1252’de Papa IV. Innocentinus’un izniyle Enkizisyon’a girdi. Suçlu bulunanlar sivil makamlara teslim ediliyor ve eğer ceza ölümse bunu ancak sivil makamlar uyguluyordu.

Ortaçağda Enkizisyon tutanakları kaybolduğu için uygulanan cezalar konusunda ancak dağınık birkaç istatistik vardır. İlk dönemlerde pek çok insanın, bazen yüzlerce kişinin direğe bağlanarak yakıldığı söylenir. Ortaçağda, Enkizisyon’un en ünlü kurbanı Jeanne d’Arc ‘dır. 17. yüzyılda ki en ünlü kararı ise; Kopernik sistemi’nin ve Galilei’nin mahkum edilmesi olmuştur.

Bu kurum, ilerideki yıllarda bütün bu işlevlerini yitirdi, kilise düzenini korumaya çalışan olağan bir kuruma dönüştü. 1965’te kurulun adı da “ İnanç Öğretisi Kutsal Kurulu” şeklinde değiştirilmiştir.

Enkisizsyon, hem kilise içinden hem de dışından ağır eleştirilere uğramıştır ama gerçekte olan uygulamalar, o dönemin sivil mahkemelerinden ilke, kural ve pratik açısından hiç de farklı veya daha acımasız değildi. Bu bakımdan bütün ortaçağ ve Rönesans aynı kusurları paylaşıyordu. Yalnız Katolikler değil Protestanlar ve başka bir çok dinsel grupta, din birliğini sağlamak için, zora başvurmuştur.  Ana Britannica’dan derlenmiştir.

NOT: Umberto Eco'nun şu yazısına da bkz. Önemli. Ortaçağ Ne Değildir?

Kaynak Gösterilmeden Kullanılamaz

Hiç yorum yok: