19 Kasım 2018

Sorularla İç Asya'da Şamanlık, Manicilik, Budacılık ve Daha Fazlası

Dilara Kahyaoğlu
1998-2018

Kaynak için bkz. *

Din nedir? İnanç Nedir?
Önce, “din nedir?” sorusu ile işe başlayalım; Geniş anlamıyla yaşam biçimi , hayatın nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve değerler bütünü anlamına gelen din, dar anlamda ise evrendeki düzeni ve hayatı ancak yaratıcı bir tanrının varlığı ile anlamlandırarak insanlığı kurtuluşa davet eden çağrılardan her biri anlamına gelmektedir. İki temel sınıfa ayrılır ki bunlar; insanlar tarafından konulmuş olan belli ilkeler çerçevesinde oluşturulan “beşeri dinler” ile vahiy yolu ile peygamberler tarafından iletilmiş olduğuna inanılan “semavi dinler”dir.

İnanç ise; sorgulama düzleminin dışına çıkarılmış bilgi anlamına gelir (Dikkat: bu din ile aynı şey demek değildir). Bir şeyin öyle olduğuna ilişkin doğrudan, belirli nedenlere indirgenemeyen peşin kabul, önkabul anlamında kullanılmaktadır.
Soru: Yukarıda yazılanları dikkate alarak yanıtlayınız.
-Beşeri ve Semavi dinlere, günümüzde yaşayan dinlerden örnek verebilir miyiz? Düşünün, gerekiyorsa araştırma yapın.
-Dinle ilgisi olmayan bir inanç örneği düşünün. Örnek bulun ve bunları tartışın. Bakalım arkadaşlarınız da sizinle aynı görüşte mi?

Eski Türklerde din ve inanış

Bozkır insanlarında görülen inanç biçimlerinin her türünü eski Türk toplumlarında görmek mümkündür. Aşağıda anlatmaya çalıştığımız inanç biçimlerinin çoğu genellikle birbirlerinden tamamen yalıtılmış bir şekilde var olmazlar, çoğu zaman bütün bu inanç biçimleri birbirlerine karışarak bir arada, halkın inanç dünyası içinde yaşamaktadır.

Şimdi bu inanç sistemlerinin özelliklerine kısaca bir göz atalım

Totemizm

Bir insan ya da insan topluluğuyla; dinsel, büyüsel ilişkisi olduğuna ve o insanı ya da topluluğu koruduğuna inanılan hayvan, bitki, cansız nesne, doğal olay olarak tanımlanır. Genel olarak bir din olmadığı kabul edilmekle beraber dinsel ögeler içerebilir.

Totemizmin başlıca özellikleri;
*Totem ile grup arasında duygusal akrabalık bağı vardır; örneğin, totem ile aynı atadan gelindiğine inanılır.
*Söz konusu olan insan topluluğu totemin adını ve işaretini taşır.
*Aynı totem çevresinde toplananlara evlenme yasağı uygulanır.
*Totem hayvanını ya da bitkisi yemek yasaktır.
*Totemin onları koruduğuna inanılır.

Totemler daha çok hayvanlardan olurdu. Bundan sonra ikinci sırayı bitki totemleri alır. Daha seyrek bir şekilde bazı doğa olayları (ebemkuşağı gibi) veya bazı nesneler de totem olarak kabul edilmişlerdir. 10. yüzyılda bu bölgeleri gezmiş olan Arap bilgin İbni Fadlan, Başkurt Türklerinin bir kısmının yılana, bir kısmının balığa veya turnaya taptıklarını gözlemiş ve yazmıştı. Ayrıca “On iki hayvanlı Türk takvimi”nin de totemizm ile bağlantısı olduğu söylenir.

Üç tür totemizm vardır ;
Grup totemciliği; Tüm klan ortak bir toteme inanır. Herkes akrabadır ve totemi simgeleyen ortak işaretlere sahiptirler. Sadece ritüel amacı ile totem yenilir onun dışında totemi yemek yasaktır. Aynı toteme inananlar arasında evlenme yasağı bulunur, «ekzogami» (dıştan evlenme) uygulanır.
Birey totemciliği; Burada bir insan ile totem arasındaki bağlılık söz konusudur. Birey totemi ergenlik çağında edinilir. Totem o kimsenin koruyucusu ve yardımcısıdır. Kişi totemini babadan oğula geçen bir miras gibi bulmaz, onu çeşitli yollardan kazanmaya çalışır.
Cinse bağlı totemcilik; Gruptaki kadın ve erkeklerin ayrı ayrı totemleri vardır.
Soru: "Totemizm, günümüzde de varlığını sürdürmektedir" iddiasını yanlışlayacak veya doğrulayacak  örnekler bulunuz. 

Animizm
Ruhun varlığına ve çevresindeki bütün şeylerin ruhu olduğuna inanmadır. İlkel insanlar rüyalarında değişik yerlerde dolaştıklarını görüp bunun bedenlerinden ayrılıp giden bağımsız bir varlığa (ruh) bağladılar ve buradan yola çıkarak bütün şeylerin bir ruhu olduğuna inandılar diyor İngiliz Etnolog Edward Tylor.  Ölenlerin öldükten sonra da ruhları aracılığıyla hayatlarını sürdürmeleri inancı “atalar ve ölüler” ibadetini/kültünü doğurmuştur. Bu inançtan cin, peri, dev inancına geçilmiş, yine bu anlayışın sonucu “fetişizm” ortaya çıkmıştır.
Soru: "Animizm, günümüzde de varlığını sürdürmektedir" iddiasını yanlışlayacak veya doğrulayacak  örnekler bulunuz. 

Şamanizm
Onlar, kısrak sütünden yapılmış kımız kullanırlar ve bunu sarhoş oluncaya kadar içerler. Ruhlara taparlar ve şamanlara inanırlar. Savaşta ölmeyi şeref, fakat hastalıktan ölmeyi zillet sayarlar. İşte Çin kaynakları, Göktürklerin geleneklerini Hun Türklerine benzeterek onları böyle tanımlıyordu. Şamanlığın kandaş (akraba), yani kan birlikteliğine dayalı bir toplum inancı olduğu, soy kaynağına dayandığı anlayışı, sosyal bilimciler arasında hemen hemen ortak kabul edilen bir anlayıştır.
Şaman kelimesi Mançu-Tunguz dilinden gelmektedir diye düşünülmekle beraber kökeni ve anlamı konusunda farklı görüşte olanlar da vardır. Şamanizm, trans durumuna geçebilme yeteneğindeki kimselerin, yani “şamanların” doğaüstü varlıklarla ilişkiler kurarak onların güçlerine sahip olmalarından, bunları toplum adına kullanmalarından ve bu amaçla yapılan dinsel, büyüsel, pratik ve törenlerden ibarettir.

Türk kavimlerinde şamana “kam” denilmektedir. Kırgızlar ise “bakşı” ya da “baksı” derler. Şamanizm ne kendine özgü bir din ne de majinin bir biçimidir (Maji; Büyü). Bazı araştırıcılar Şamanizmi sadece kutuplara özgü bir tür olarak kabul ederler. Oysa Şamanizm Kuzey Asya, Orta Asya, Doğu Asya, Kuzey ve Güney Amerika yerli halkları ile Eskimolarda bile yaygın bir şekilde görülmektedir. Hatta değişik biçimlerde Ortadoğu ve Yakındoğu'da ve daha dar anlamda dünyanın değişik yerlerinde vardır.

Şamanlık anaerkil toplumunun izlerini taşımaktadır diye düşünen tarihçi Abdükadir İnan da «Bazı şamanistlere göre en kuvvetli şamanlar kadın şamanlardır, Yakutlarda erkek şamanlar kendi cübbeleri bulunmadığı zaman kadın elbisesi giyerek tören yaparlardı ve elbiselerinin üstünde göğüsü temsilen madeni iki yuvarlak taşırlardı, erkek şamanların saçlarını uzatmalarının bile yine bu nedenle olduğu söylenebilir » diyor.

Herkes şaman olamaz , belli bazı özellikleri olması gerekir. Örneğin; bir din tarihçisi olan Mircea Eliade; Şamanı, hayaller gören uykuda şarkılar söyleyen, tenha yerlerde dolaşan, bağırıp çağıran, acaip sesler çıkaran bir insan olarak tanımlamaktadır. Ama yine Eliade, şamanların birer “basit hasta” olmadığını da söylemiştir.

Altaylardaki inanışa göre şaman adayını, geçmiş kam atalarının ruhundan biri kam olmaya zorlar. Buna “ruh basıyor” derler. Şaman olması gereken insan üç ile dört yıl boyunca ruhsal bir hastalığa yakalanır. Bu bedenin mistik parçalanmaya uğraması demektir. Altaylılar, başlangıçta şaman için gerekli ön belirtileri göstereni vazgeçirmeye çalışırlar, daha sonra ise onu yaşlı ve bilgili bir şamanın yanına verirler. Ustası onu gelecekteki mesleğine hazırlar, ruhların adlarını, okunacak duaları, ayin ve tören kurallarını vb. öğretir. Bir ayinle, “asası” ona verilir, böylece resmen göreve başlamış olur.

Şamanların başlıca iki görevi vardır: Hastaları iyileştirmek , ölülerin ruhlarının öte dünyaya gidişlerine eşlik etmek. Bunlardan başka büyü yapmak, yağmur yağdırmak, fala bakmak, bitki ve hayvanların çoğalmasını sağlamak gibi görevleri de vardır. Hastayı ele geçirmiş olan kötü cinleri kendi iyi cinleri yani koruyucu cinleri vasıtasıyla kovarak hastayı iyileştirdiğine; şamanın iyileştirme esnasında veya ölü ruhuna eşlik ettikleri zamanlarda, kurban edilen hayvanının üzerine binerek gittiklerine inanılır. İnanışa göre öte dünyaya giden yol, çeşitli engeller ve tehlikelerle doludur. Kim, ölüsünün, evinin çevresinde uzun boylu dolanmasını istemiyorsa bir şaman çağırıp, ölünün ruhunun, öbür dünyaya gitmesi konusunda yardım ister.

Şamanlar, sanatlarını uygularlarken özel bir giysi giymektedirler. Bu giysinin üzerinde çeşitli anlamlara gelen resimler ve şekiller vardır. Şamanın eşyalarına özellikle kadın ve çocukların dokunması istenmez, dokunulursa güçlerini kaybedeceklerine inanılır. Şamanın davulu da kutsaldır. Bazı yerlerde davulun, şamanın binek hayvanı yerine kullandığına inanılır.

Şamanist dünya görüşünde evren yer, gök ve yeraltı olarak üç bölüm olarak düşünülmüştür. Gökte iyi ruhlar, yerde insanlar, yer altında ise kötü ruhlar oturur. İyi ruhların başkanı “Ülgen'dir” (ulu, bir çeşit tanrı), kötü ruhların başkanı “Erlik Han”dır (güçlü, bir çeşit şeytan, kötü tanrı). Her ikisinin de karıları, çocukları ve yardımcıları bulunur. Orta yerde yaşayan insanlar bu iyi ve kötü ruhlar arasında denge kurmak zorundadır. İşte şaman adı verilen din adamı bu dengeyi sağlamakla görevlidir.

Eski Türklerde tanrı kelimesi gök ve ilah anlamlarında kullanılmıştır. Tanrı, gök olarak kabul edilmiştir. O yüzden tanrının adı aslında “göktanrı”dır. Gök üç veya dokuz kattan oluşmuştur. Bu sayı bazen 17’e bazen de 33’e çıkar. Tanrı Ülgen altın kapılı bir sarayda altın bir taht üzerinde oturur. O insanlara yalnız iyilik eder, insanlara çocuk veren odur, kızarsa bunu çeşitli doğa olayları ile ifade eder. Bazı halklarda ise göktanrının insanların yaptığı işlere karışmadığı inancı vardır. Kurban olarak beyaz kısrak sunulur. Yedi veya dokuz oğlu ile kızlarından oluşan (akkızlar) yardımcıları vardır. Başlangıçta güneş ve ay yoktu sonradan Tanrı Ülgen'in gönderdiği bir kişi göğe iki ışık kaynağı koyarak bunları yapmıştır. Ay tutulmasının nedeni bir canavarın ayı yemesidir, ayı bu canavardan kurtarmak için havaya silah, taş vs. atar, teneke çalarak gürültü yaparlar.

Yerde insanın yanı sıra “yer- su ruhları” vardır. Bunlar dağ, ova, nehir, ağaç vb. olabilir. Bunların da bir ruhu vardır, onlara kurbanlar sunulur, ziyaret edilir, adak adanır.

Yeraltında kötü ruhlar yaşar demiştik, Uygurca metinlerde Erlik Han’dan, kuvvetli han diye bahsedilir. Erlik han yeraltında kara çamur veya kara demirden yapılmış bir sarayda, kara bir taht üzerinde oturur. Bütün kötü hastalıklar Erlik’ten bilinir. Erlik insanın canını alır ve sorgu sual için yeraltına götürür. Erlik’i simgeleyen put, tasvir vb. yapılması yasaktır. Kurban olarak kara boğa ve inek kesilir, hiç bir şartta kısrak kurban edilmez.

Altay Türklerinde insanın ruhunun doğmadan önce gökyüzünde bulunduğu inancı vardır. Yakutlarda çocuğun ruhu bir kuş gibi gökten gelir. Orhon Kitabeleri’nde adı geçen “Umay”ın çocukları da koruyan dişi bir ruh olduğu yazılıdır. Ölen bir insanın ruhunun kuş gibi uçup gittiğine inanırlar. Orhun kitabelerinde ölmek, “uçmak” olarak anlatılmıştır. Herhangi biri için öldü yerine, dinleniyor derler.

Türkler, ruh ve can kavramını “nefes” kelimesiyle ifade etmişlerdir. Ölüleri, elbiseleri ve eşyaları ile gömüp, sağlığında sahip olduğu atlardan bir kısmını da kesip yiyor, mezara içki koyup başına da “balbal” denilen heykeller dikiyorlardı. Balbalların neyi ifade ettiği tartışmalı olmakla beraber ölen kişinin sağken öldürdüğü insanları temsil ettiği yolunda yaygın bir görüş vardır.

Eski Çin kaynakları Göktürklerin yapmış oldukları keçeden yapılmış tanrı tasvirlerinden bahsederler. Altaylarda «töz», Yakutlarda «tangara», Uranhalarda «eren», Moğol-Buetlerde «ongem», denilen put-fetişler bulunurdu. Bunları ölülerinin hatırası olarak yapar ve saklayıp saygı gösterirlermiş.
Soru: Yukarıdaki konudaki anlatıma gramer açısında dikkat ediniz. Fark edeceğiniz gibi bir çok paragraf geniş zaman fiil çekimi kullanılarak anlatılmıştır, nedeni konusunda düşününüz.
Günümüzde bir çok toplum şamanlığın izlerini halen içinde barındırmaktadır. İnsanların en yavaş değişen kimliklerinden biri dinsel kimlikleri, inanışlarıdır. Yeni bir dini şu veya bu nedenle kabul etmiş olan bir topluluğun eski inanç ve adetlerini adetlerini bırakması beklenemez, beklenmemelidir de. Yeni benimsenen dinin çatısı altında eski inanç ve gelenekler bazen aynen, bazen de biçim değiştirerek yaşamaya devam ederler. Hatta bu yüzden yeni benimsenen dinin kuralları da bu eski inanışlarla karışarak yepyeni bir görünüm alır ve ortaya ilginç sentezler çıkar. Örneğin Afrikalı Müslümanlar, Arap Müslümanlar ve İranlı Müslümanlar karşılaştırıldığında bazı açılardan birbirlerine hiç benzemedikleri görülür. Bu durum bütün diğer dinler için de geçerlidir.
Soru: Üstteki paragrafı dikkate alarak tartışınız. Neden? 
Aynı durum eskiden “Şamanist” olan, ama bugün farklı dinleri kabul etmiş bulunan toplumlarda da görülen bir olgudur. Bu yüzden bir çok araştırmacı günümüz toplumlarını inceleyerek, eski inanışların, örneğin; Şamanizmin izlerini ararlar. Nyberg , eski İran'da Sufi bir cemaat olan “Mağa”ların Şamanist olduğunu ifade ettiği gibi Mevleviler’in semah dönmelerinin de şamanlıktan kaynaklandığını söylüyor.

Bleichsteiner, şamanlığın Kafkasya halklarında özellikle Gürcülerde önemli izlerinin olduğunu belirtir. Fuad Köprülü de, Orta Asya Türk-Moğol Şamanizminin başta “Alevilik”, “Bektaşilik” olmak üzere “Kalenderi, Torlaki, Yesevi, Rıfai tarikatlarındaki etkilerinden bahsediyor. Ohlmarks, Rıfai dervişlerinin gösterdikleri çeşitli şaşırtıcı özelliklerin, Kırgız şamanlarında görülen şamanik özelliklerle önemli benzerlikler gösterdiğini yazar. Bugün Anadolu’da halen devam etmekte olan adetlerden; Örneğin; bazı yörelerde toplantılarda içilen dinsel içerikli içki (dem), mezartaşı, ölüme inanılmadığı için “dünya değiştirdi“, "göçtü” denilmesi, taşlara ve yüksek yerlere duyulan saygı, adak anlamında mum yakılması, güneşe ve aya dönülerek dilekte bulunulması, dua edilmesi vb. şamanlıktan kalan izler olarak yorumlanır.
Soru: Şamanlıktan kalan izlere yukarıdaki örnekler dışında verebileceğiniz bir örnek var mı? Tartışın.
Şamanlarda törenler
Şamanist Türklerde yapılan törenler iki kısımdır. Bunlardan birincisi periyodik olarak yapılan törenler, ikincisi ise bazı olaylar ile ilgili olarak yapılan törenlerdir.
*İlkbahar Bayramı 9 mayısta kutlanır, “örüs saga” adı verilir, anlamı ise sürüleri otlatmaya çıkarma bayramıdır.
*Güz bayramına “sagan sara” adı verilir, 28 Ağustosta kutlanır.
Kurban olmadan tören yapılmaz. Kurbanlar kanlı ve kansız olarak ikiye ayrılır. At kesmek, kanlı kurban ama saç kesmek veya bir hayvanı salıvermek kansız kurban kabul edilir.
Soru: Başka kansız kurban örnekleri düşünün, araştırın, tartışın.

Göktanrı dini mi? Şamanizm mi?
Bazı yazarlar, Türklerde Şamanizm inanışı olmadığından onların sadece göktanrıya taptıklarından bahsederler ve böylelikle Türklerin eski inanışı ile Müslümanlık yani tek tanrılı dinler arasında derin bir fark bulunmadığını anlatmaya çalışırlar.
Soru: Bu mümkün olabilir mi? Bu metnin tamamını ve diğer konuları dikkate alarak tartışın.
Türkler yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız inanç sistemlerinden başka zamanla yeni dinsel kimlikler de benimsemişlerdir. Örneğin yerleşik bir hayat yaşayan Uygurlarda önce “Manicilik ” daha sonra da “Budacılık” yaygın bir şekilde yayılmıştır. Bunun dışında özellikle kuzeyden batıya göç eden Türklerin büyük bir çoğunluğu Hristiyanlığa geçerken, güneyden batıya göç edenlerin veya güney Asya’da kalmış olanların bir çoğu Müslümanlığı benimsemişlerdir.

Şu kaynağa da bkz. Şamanizm: İnanç ve Dualardan Örnekler

Uygurların Dinsel İnanışları Farklıydı: Manicilik ve Budacılık

Manicilik/Maniheizm/Manişeizm

MS 3.yüzyılda İran’da ortaya çıkmış olan ve “Mani” adlı bir kişinin fikirleri doğrultusunda örgütlenmiş olan düalist bir dinsel harekettir. Uzun süre heretik bir dinsel akım sayılan Manicilik, gerçekte bütün büyük dinleri tek bir din içinde birleştirmeye çalışan, evrensel bir din modeli kurma iddiası ile ortaya çıkmıştır. İranlı olan Mani, kendisini Adem’den, Buda, Zerdüşt ve İsa’ya kadar uzanan peygamberler zincirinin son halkası olarak görüyordu. Sonradan yozlaşmasını önlemek ve inanç birliğini sağlamak için yazdıklarını yazıya geçirdi ve böylelikle bunlara daha sağken bağlayıcı bir nitelik kazandırmış oldu. Maniciler bütün dünyaya bu dini yaymaya çalıştılar. Mani, yazılarının başka dillere çevrilmesini sağladı ve yaygın bir misyonerlik programı uyguladı.

Mani’nin birleştirmeye çalıştığı dinler, başta Zerdüştlük olmak üzere, Budacılık ve Hristiyanlıktı. Manicilik özünde gnostikti.[1] Öteki bütün gnostik dinlerde olduğu gibi bu dünyadaki yaşamın katlanılmaz ölçüde acı ve kötülükle dolu olduğunu öğütlüyordu. İnsan ruhu kötülüklerle dolu madde dünyasına düşmüştü, bu kötülüklerden de ancak iç aydınlanma, içsel bilgi (gnosis) yoluyla kurtulunabilirdi. Dünya karşıtlıklar üzerine kurulmuştu; İyi- Kötü; Ruh- Madde, Aydınlık- Karanlık, gibi. Bunlar birbirine karşıt olan, iyi ve kötüyü temsil ettikleri içinde sürekli savaş halinde olan güçlerdi. Zina, çocuk yapma, mülk edinme, ürün yetiştirme, et yeme, şarap içme gibi bedensel zevklere kendini kaptıranların ruhu, yeni bedenlerde sürekli doğmaya mahkumdu. Kurtuluşa yalnızca bilgi ve erdemle ulaşıldığını öğrettiği için Manicilikte “kutsanma” ayininin olmadığı sanılmaktadır. Manici ibadetin ögeleri dua etme, sadaka verme, oruç tutma, ilahi okuma ve günah çıkarmaydı. Manicilik, Hristiyan kilisesinin ve Roma Devletinin saldırılarından gerilediği gibi, Maniciliğe inananlar, İran'da da önemli kıyımlara uğramışlardır.

7.yüzyılda Çin’in Doğu Türkistan'ı fethetmesi üzerine, Manici misyonerler ticaret yollarını kullanarak Doğu’ya açıldılar, böylelikle Manicilik Çin’e ve Uygur Türklerine kadar ulaştı. Çin, 8. yüzyılda bu dine özgürlük verdi. Türk önderlerinden muhtemelen “Bögü Kağan” ise Maniciliği benimsedi ve 840’da Uygurlar yıkılana kadar Manicilik devletin resmi dini olarak kaldı.

Mani dinine inananlar 10.yüzyılda Abbasilerin saldırıları üzerine dinsel merkezlerini Semerkand’a taşıdılarsa da Manicilik, zaman içinde gerilemiş, yalnız Çin’de 14.yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür.
Maniciliğe benzer öğretiler Avrupa’da da ortaya çıkmıştır. Bunlar; Paulusçular (7.yy), Bogomiller (10.yy), Katharosçular (12.yy) ve Albi heretikleridir.

Ortaçağ'da kaybolan Mani metinlerinin bir bölümü 20. Yüzyılda Çin Türkistan'ı ile Mısır’da bulunmuştur. Mani’nin kendisinin çok iyi bir ressam olduğu ve dinsel yazılarını bu resimlerle süslediği söylenir. Bu yüzden Manicilerin gözünde resim kutsal bir iş olarak görüldüğünden olacak, özellikle Uygurlar, kutsal resimler yapmışlar ve resim sanatında ilerlemişlerdi. Et yemeyi yasaklayan Mani dininin bu kuralının ve diğer katı kurallarının -geçmişte- Uygurlarda ne derece geçerliliği olduğu, bu kurallara ne derece uyulduğu, tam olarak bilinmemektedir. Ama bu din’in yerleşik yaşama geçme aşamasında olan Uygurlar için ciddi bir katalizör etkisi yarattığı düşünülebilir.
Budha'nın freskleri. Bezeklik Mağaraları

Budacılık/Budizm
Gautama Buda’nın dinsel öğretisi. MÖ 6.yüzyılda yaşayıp yaşamadığı tartışma konusu olan Guatama Sakyamuni tarafından oluşturulduğu düşünülen bu din, günümüzde bir çok ülkenin halklarınca benimsendiği için dünyanın üçüncü büyük dini olarak kabul edilmektedir. Bu dine göre; insanlar istediklerini elde edemedikleri için mutsuz olmaktadır, o halde insanın mutlu olması için bu isteklerinden vazgeçmesi gerekir –Bu görüş sadece Budacılığa has bir görüş değildir, bütün eski inançlarda şu veya bu ölçüde bulunur- Tanrısı olmayan bir inanç olan Budizm’de canlılar, doğar ve ölür ama yeni bir bedende yeniden doğarlar. İnsan kusursuzlaştığı ölçüde daha iyi bir yaşamda hayata gelecektir.[2] Böylelikle Hindistan’daki kast sisteminin izin vermediği iyi bir yaşama, ancak öldükten sonra daha iyi bir yaşama sahip bir bedende yeniden doğarak kavuşabileceklerine inanmaktadırlar.  Bu döngüsel bir süreçtir ve İnsan sonuçta kusursuzluğa yani Nirvana’ya ulaşır.

Türklerin Budizmle ilişkileri Toba Türklerinin Çin’e saldırılarıyla başlamıştır. Tobaların Budacılıkları Şamanizmle karışıktır. Daha sonra Uygur Türkleri de bu dini benimsemişlerdir. Türk Budizmi Burkancılık olarak bilinir. Uygur Budacılığının en önemli ve ilginç yanı, hemen tüm Budist yapıtların Uygurca’ya çevrilmesi ve Budacı dinsel terimlerin büyük bir titizlikle Türkçeleştirilmesidir.
Soru: Günümüzde Maniciliğe inananlar var mı? Peki ya Zerdüştlüğe? Araştırınız.
Bezeklik Mağaraları. Büyük Duvar Freski. Ortada Budha,
yanında çeşitli haklardan bağış, saygı, adak sunmak için gelenler.
* İmparatorluklar Beşiği, Rene Cagnat, Michel Jan, Alan Yayıncılık, 1992, s.32
[1] Gnostik: Gnostisizmi benimsemiş kimse. Sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi anlamındaki gnosis sözcüğünden türetilmiştir.
[2] Bu özellik başka dinlerde de vardır.

Kaynak göstermeden kullanılamaz.

Hiç yorum yok: