Dilara Kahyaoğlu
Sadece Troya ile ilgili bir site: http://cerhas.uc.edu/troy/
Truva atı görseliyle ilgili şu linke bkz. http://special.lib.gla.ac.uk/exhibns/month/mar2009.html
2004
Kasım 2017
Troya (Troia, Truva, Troy, İlios/n) ya da Hisarlık, Çanakkale Boğazı’nın Asya kıyısında, Kara Menderes (Skamander) Nehri’nin Ege Denizi’ne döküldüğü deltaya yakın bir yerdedir. Bu kadar ünlü olmasının en önemli nedeni Homeros’a atfedilen İlyada Destanı’nda anlatılan Troya Savaşı’nın (yaklaşık İÖ 1200) burada geçmiş olduğuna dair olan inançtır.
Troya höyüğü, Karamenderes Nehri’nin taşıdığı alüvyonun oluşturduğu dolgu ovadan yaklaşık 20-25 metrelik bir yükseklikteki bir platonun üstündedir. Höyüğün başlangıç tarihi İÖ 2 bin 920 yıllarına tarihlenmektedir. Bu tarih Tunç Çağı II dönemine denk gelir. Bu dönem hiç kuşkusuz yüzde 10 kalay, yüzde 90 bakırdan oluşan gerçek tunç aletlerinin yapıldığı tarihten biraz daha erken bir dönemdir. O dönemlerde deniz, höyüğün bulunduğu yükseltinin kuzeyine kadar ulaşıyordu. Tunç Çağı’nı kapsayan 2 bin yıllık süreçte 15 metreye yakın bir kültür dolgusu oluşmuştur.
Troya’yı Troya yapan ve belki de ileride dokuz kez yakılıp yıkılmasına neden olan nimetler nelerdi?
Birinci nimet bazı koyların varlığıdır ki bunların en önemlisi de Beşik Koyu’ydu. Beşik Koyu, Çanakkale Boğazı’na girmeden önce, Ege Kıyısındaki son duraklama yeridir ve burası Troya’daki bütün yerleşim süreci boyunca bir liman işlevi görmüştür. Gemiler, boğazdaki sürekli ve yaklaşık 3 ile 7 kilometre arasındaki çok güçlü karşı akıntı nedeniyle oldukça seyrek esen güney rüzgarını beklemek zorundaydılar. Gemi geçişleri için uygun olan yaz aylarında ise ortalama saatte 16 kilometre hızla esen kuzeydoğu rüzgarları boğazdan geçişleri imkansızlaştırıyordu. Rüzgara karşı yelken açabilen gemiler ise ancak İÖ I. binin ilerleyen dönemlerinde, derin kaburgalı gemi tekniğiyle birlikte ortaya çıktığından; uygun rüzgarı beklemek için buraya demir atan gemilerden elde edilen vergi ve “haraç” Troya’ya büyük avantajlar sağlıyordu.
İkinci nimet: Balık akınlarının, özellikle de ton balığının düzenli aralıklarla boğazlarda görüldüklerini de unutmamak gerekir.
Üçüncü nimet:Troya önlerindeki yeteri büyüklükte, iyi sulanabilen bir ova; kısmen çok bereketli Bayramiç Ovası vardı.
Dördüncü nimet: Troya’nın; demir, bakır, altın gibi maden zenginliklerine sahip bir hinterlandı (Art bölge. Bir merkezin çevresinde bulunan ve ürettiklerini o merkeze aktaran bölge.) vardı.
Kavramsal ve Olgusal Çerçeve
Troya’nın
coğrafi özellikleri, denizin çekilmesi, höyük oluşu, VI.Troya’nın önemi,
buluntuların yeri ve özellikleri, İlyada destanının Troya’nın bulunuşundaki
rolü, Şiliman’ın rolü, Troya hazinesinin başına gelenler, mitolojik öykülerde
Troya…
TROYA (I., II., III. )
Troya höyüğü, Karamenderes Nehri’nin taşıdığı alüvyonun oluşturduğu dolgu ovadan yaklaşık 20-25 metrelik bir yükseklikteki bir platonun üstündedir. Höyüğün başlangıç tarihi İÖ 2 bin 920 yıllarına tarihlenmektedir. Bu tarih Tunç Çağı II dönemine denk gelir. Bu dönem hiç kuşkusuz yüzde 10 kalay, yüzde 90 bakırdan oluşan gerçek tunç aletlerinin yapıldığı tarihten biraz daha erken bir dönemdir. O dönemlerde deniz, höyüğün bulunduğu yükseltinin kuzeyine kadar ulaşıyordu. Tunç Çağı’nı kapsayan 2 bin yıllık süreçte 15 metreye yakın bir kültür dolgusu oluşmuştur.
Troya’yı Troya yapan ve belki de ileride dokuz kez yakılıp yıkılmasına neden olan nimetler nelerdi?
Birinci nimet bazı koyların varlığıdır ki bunların en önemlisi de Beşik Koyu’ydu. Beşik Koyu, Çanakkale Boğazı’na girmeden önce, Ege Kıyısındaki son duraklama yeridir ve burası Troya’daki bütün yerleşim süreci boyunca bir liman işlevi görmüştür. Gemiler, boğazdaki sürekli ve yaklaşık 3 ile 7 kilometre arasındaki çok güçlü karşı akıntı nedeniyle oldukça seyrek esen güney rüzgarını beklemek zorundaydılar. Gemi geçişleri için uygun olan yaz aylarında ise ortalama saatte 16 kilometre hızla esen kuzeydoğu rüzgarları boğazdan geçişleri imkansızlaştırıyordu. Rüzgara karşı yelken açabilen gemiler ise ancak İÖ I. binin ilerleyen dönemlerinde, derin kaburgalı gemi tekniğiyle birlikte ortaya çıktığından; uygun rüzgarı beklemek için buraya demir atan gemilerden elde edilen vergi ve “haraç” Troya’ya büyük avantajlar sağlıyordu.
İkinci nimet: Balık akınlarının, özellikle de ton balığının düzenli aralıklarla boğazlarda görüldüklerini de unutmamak gerekir.
Üçüncü nimet:Troya önlerindeki yeteri büyüklükte, iyi sulanabilen bir ova; kısmen çok bereketli Bayramiç Ovası vardı.
Dördüncü nimet: Troya’nın; demir, bakır, altın gibi maden zenginliklerine sahip bir hinterlandı (Art bölge. Bir merkezin çevresinde bulunan ve ürettiklerini o merkeze aktaran bölge.) vardı.
Beşinci nimet: Bol su kaynaklarına sahip olan İda Dağları buradaydı ve bütün bunlar burada önemli bir yerleşmenin ortaya çıkması için en uygun şartları sunuyordu.
Erken Troya I dönemi ya da başka bir deyişle Denizsel Troyia Kültüründeki buluntu envanteri ve analizi bu kültürün geniş bir coğrafi alana yayıldığını da gösterir
Soldan Sağa: Schliemann (Troya'yı ilk bulan ve kazan kişi), Troya hazinesinden bir parça, Schliemann'ın karısı Sofya (üstünde Troya hazinesinden parçalar var)
Başlangıcından beri bir surla çevrili olan Troya, geçen zaman süresinde önemini gittikçe artırmıştır. Troya I, o dönemlerde ortaya çıkmaya başlayan yüksek kültürlerin olduğu Mezopotamya, Suriye ve Mısır dünyasının sınırında bulunmaktaydı. Böylece burası, Tunç Çağı’nın başlarında o dönem ekonomisi ve buna bağlı olan güç merkezlerinin dışında kalan bölgeler için bir tür geçiş fonksiyonu üstlenmişti. Daha sonra Troya II döneminde, yaklaşık İÖ 2 bin 550-2 bin 250 yıllarında, en azından üç büyük yangın felaketinin neden olduğu önemli mimari değişiklikler göze çarpar. Böylelikle Schliemann’nın hatalı bir şekilde Homeros’un Troia’sıyla özdeşleştirdiği ve “yanık kent” olarak tanımladığı bu tabakalar, prehistorik dönem arkeolojisinin en önemli kalıntıları arasına girer. Gerçekleştirilen yeni kazılarla, ilk yangın tabakasına ait ünlü “A Hazinesi”nin (Priamos’un Hazinesi) eski giriş kulesinin içinde saklanmış olduğu tespit edilmiştir.
Ustaca gerçekleştirilen kent planı, büyüklüğü ve o dönem şartlarına göre oldukça karmaşık görkemli megaron yapılarıyla, burasının İÖ 3. binde merkezi öneme sahip bir hükümdarlık yerleşmesi olduğuna işaret etmektedir. Troya II, üç metrelik kültür tabakasıyla, Troya I ve III arasında kendine özgü bir kültürü temsil eder. İÖ 3. binyılın ortalarında ve daha önceleri ortaya çıkan, aşağıda sıraladığımız teknolojik yeniliklerin bölgeye dışarıdan geldiği ve zaman içinde kabul görerek yerleştiği gözlemlenmektedir. Bu durum özellikle çömlekçi çarkının kullanılmaya başlaması ve madencilik dalındaki, yani tunç alet yapım tekniğindeki gelişmeler için de söz konusudur. Çömlekçi çarkında yapılan açık kahverengi ve kırmızının tonlarında üretilen mallar; bakır, tunç ve altın kapların bir taklidi olduğu izlenimini verirler.
Bir tür askeri bir gücün varlığını devam ettirebilmesi için, ticaret ve ulaşım yollarını kontrol etmesi vazgeçilmez bir durumdu. Söz konusu bu “ticaret” ya da “takas”ın, özellikle de çok önemli olan kalayın sınır bölgelerine somut olarak ne şekilde ulaştığı, günümüzdeki bilgilerimizi aşmaktadır. İÖ 4. binyılın sonlarında Mezopotamya ve Suriye’deki o dönem yüksek kültürlerinin, kendilerine uzak olan bölgelerde “koloni” ve ticaret noktaları kurduklarını da (Uruk Kültürü) bilmekteyiz. Ayrıca bilindiği üzere, Troya o dönemlerdeki yüksek kültür dünyasının en dış sınırında, ancak buluntulardan da anladığımız gibi, o sınırın kesinlikle de içinde yer almaktaydı. En azından Troia’da İÖ 3. binyılı ortalarından itibaren, o döneme göre lüks sayılabilecek ayrıcalıkları kendileri için kullanabilen bir üst sınıf bulunmaktaydı.
“Hazine buluntuları”ndaki malzeme ve biçim çeşitliliği İlk Tunç Çağı’nda Troya ve pek çok uzak bölge arasında bir ilişkiler ağının var olduğunu da göstermektedir.
Troya’nın kurulduğu İÖ 3. binyılın ilk çeyreğinde bugüne benzeyen iklim koşulları etkiliydi. Troya çevresindeki ormanlarda Neolitik Çağ’dan 19. yüzyıla kadar başlıca hayvanı alageyikti. Tüm yerleşim dönemlerinde avlanan alageyik, aynı zamanda Troya mabetlerindeki kült ayinleri için önemli bir kurban hayvanıydı. İlk zamanlar yaban domuzunun da aynı sıklıkla avlandığı düşünülmektedir. Meşe ormanının meyveleriyle beslenen bu hayvan evcil domuzların rekabet edemeyerek alageyikten farklı olarak, önemini büyük ölçüde kaybetmiştir. Bugün tek tük görülen yaban keçileri, Troyalıların, Kara Menderes Vadisi’ne veya daha uzaktaki İda Dağlarına av gezileri yaptıklarının kanıtıdır. Kazılarda kemiklerine sıkça rastlanan tavşan, kentin çevresinde sapan veya yay ve ok kullanabilen herkesçe avlanmıştır.
Vahşi hayvanlar ve özellikle aslanlar da, İlk Tunç Çağı’nda Troyalılarca avlanmıştır. Bol miktarda kemik kalıntısına rastlanan ayılar ise daha sık avlanmıştır. Ender olarak panter, sırtlan ve vaşak kalıntıları da bulunmuştur. Az miktardaki küçük kedi kalıntılarının evcil veya yaban ayırımı yapmak zordur.
Troya’da midye ve kabukların kalıntıları, kemiklere göre fazladır. Anlaşıldığı üzere, özellikle İlk Tunç Çağı’ndaki Troya sakinleri, yiyeceklerine kabuklu hayvanlarla çeşit kazandırmayı seviyorlardı. Sıranın başında yürek midyesi yer alır, normal midye, istiridye, kılıç midyesi diğer bulunan türlerdi.
Anlaşılan o ki, İlk Tunç Çağı’nda Troia’nın sakinleri, çiftçilik, hayvancılık, balıkçılık ya da avla değil, tam tersine ticaret, zanaat ve gemicilikle geçinen insanlardı. Evcil ve besi hayvanlarının türlerinde 700 yıllık bir zaman dilimi boyunca fazla bir değişiklik gerçekleşmemiştir. Bu dönemde Akdeniz’e özgü yaşam tarzının sembolleri, zeytin ve üzüm de tüketilmiştir. Ancak özellikle zeytin olmak üzere bunların daha İÖ 3. binyılda etkin ürünü mü olduğu yoksa yabani olarak mı yetiştiği sorusunun kesin olarak cevaplandırılması mümkün değildir.
İlk Tunç Çağı’nda Troya’da yaşayan insanlar hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Bunun nedeni ise yerleşmeye ait mezarlığın nerede olduğunun henüz bilinmemesidir. Bildiklerimiz ise yerleşme içindeki, az sayıdaki mezardan çıkartılan iskeletlere dayanır. Bu gömülerin çoğu hocker tarzında (büzülmüş gömüt) çocuk ya da yeni doğmuş bebeklere ait gömülerdir. Bataklık ve tatlı su yakınında yerleşme, Tunç Çağı Troyalılarının sıtmayla iç içe yaşamalarına neden olmuştur. Tepenin hemen üstünde kurulan Troia’nın İlk Tunç Çağı insanları, genelde oldukça sert esen rüzgarı, sıtmayı taşıyan sivrisinekleri yerleşmeden uzak tuttuğu için, bir tür avantaj olarak değerlendirilmiş olabilirler.
Bize göre, yukarıda sıraladığımız o dönemin kültürel koşulları göz önüne alındığında İlk Tunç Çağı Troya’sının bir “kent” olup olmadığı sorusu çok anlamlı bir sorudur. Schliemann kazılarından, yeni dönem kazılarına kadar elde edilen sonuçlarla birlikte, kale ve savunması olan bir aşağı yerleşmeyi de göz önüne getirdiğimizde verebileceğimiz yanıt evettir. Troya İÖ 2 bin 500’lü yıllardan itibaren bir kenttir artık.*
Erken Troya I dönemi ya da başka bir deyişle Denizsel Troyia Kültüründeki buluntu envanteri ve analizi bu kültürün geniş bir coğrafi alana yayıldığını da gösterir
Soldan Sağa: Schliemann (Troya'yı ilk bulan ve kazan kişi), Troya hazinesinden bir parça, Schliemann'ın karısı Sofya (üstünde Troya hazinesinden parçalar var)
Odysseus Destanı'nı anlatan bölümden bir sayfa, Johann Wilhelm Baur (German), Hecuba & Odysseus Ovid's Metamorphoses |
Ustaca gerçekleştirilen kent planı, büyüklüğü ve o dönem şartlarına göre oldukça karmaşık görkemli megaron yapılarıyla, burasının İÖ 3. binde merkezi öneme sahip bir hükümdarlık yerleşmesi olduğuna işaret etmektedir. Troya II, üç metrelik kültür tabakasıyla, Troya I ve III arasında kendine özgü bir kültürü temsil eder. İÖ 3. binyılın ortalarında ve daha önceleri ortaya çıkan, aşağıda sıraladığımız teknolojik yeniliklerin bölgeye dışarıdan geldiği ve zaman içinde kabul görerek yerleştiği gözlemlenmektedir. Bu durum özellikle çömlekçi çarkının kullanılmaya başlaması ve madencilik dalındaki, yani tunç alet yapım tekniğindeki gelişmeler için de söz konusudur. Çömlekçi çarkında yapılan açık kahverengi ve kırmızının tonlarında üretilen mallar; bakır, tunç ve altın kapların bir taklidi olduğu izlenimini verirler.
Bir tür askeri bir gücün varlığını devam ettirebilmesi için, ticaret ve ulaşım yollarını kontrol etmesi vazgeçilmez bir durumdu. Söz konusu bu “ticaret” ya da “takas”ın, özellikle de çok önemli olan kalayın sınır bölgelerine somut olarak ne şekilde ulaştığı, günümüzdeki bilgilerimizi aşmaktadır. İÖ 4. binyılın sonlarında Mezopotamya ve Suriye’deki o dönem yüksek kültürlerinin, kendilerine uzak olan bölgelerde “koloni” ve ticaret noktaları kurduklarını da (Uruk Kültürü) bilmekteyiz. Ayrıca bilindiği üzere, Troya o dönemlerdeki yüksek kültür dünyasının en dış sınırında, ancak buluntulardan da anladığımız gibi, o sınırın kesinlikle de içinde yer almaktaydı. En azından Troia’da İÖ 3. binyılı ortalarından itibaren, o döneme göre lüks sayılabilecek ayrıcalıkları kendileri için kullanabilen bir üst sınıf bulunmaktaydı.
“Hazine buluntuları”ndaki malzeme ve biçim çeşitliliği İlk Tunç Çağı’nda Troya ve pek çok uzak bölge arasında bir ilişkiler ağının var olduğunu da göstermektedir.
Akhilleus ile Hector’un dövüş
sahnesi
İlyada Destanı
|
Vahşi hayvanlar ve özellikle aslanlar da, İlk Tunç Çağı’nda Troyalılarca avlanmıştır. Bol miktarda kemik kalıntısına rastlanan ayılar ise daha sık avlanmıştır. Ender olarak panter, sırtlan ve vaşak kalıntıları da bulunmuştur. Az miktardaki küçük kedi kalıntılarının evcil veya yaban ayırımı yapmak zordur.
Troya’da midye ve kabukların kalıntıları, kemiklere göre fazladır. Anlaşıldığı üzere, özellikle İlk Tunç Çağı’ndaki Troya sakinleri, yiyeceklerine kabuklu hayvanlarla çeşit kazandırmayı seviyorlardı. Sıranın başında yürek midyesi yer alır, normal midye, istiridye, kılıç midyesi diğer bulunan türlerdi.
Anlaşılan o ki, İlk Tunç Çağı’nda Troia’nın sakinleri, çiftçilik, hayvancılık, balıkçılık ya da avla değil, tam tersine ticaret, zanaat ve gemicilikle geçinen insanlardı. Evcil ve besi hayvanlarının türlerinde 700 yıllık bir zaman dilimi boyunca fazla bir değişiklik gerçekleşmemiştir. Bu dönemde Akdeniz’e özgü yaşam tarzının sembolleri, zeytin ve üzüm de tüketilmiştir. Ancak özellikle zeytin olmak üzere bunların daha İÖ 3. binyılda etkin ürünü mü olduğu yoksa yabani olarak mı yetiştiği sorusunun kesin olarak cevaplandırılması mümkün değildir.
İlk Tunç Çağı’nda Troya’da yaşayan insanlar hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Bunun nedeni ise yerleşmeye ait mezarlığın nerede olduğunun henüz bilinmemesidir. Bildiklerimiz ise yerleşme içindeki, az sayıdaki mezardan çıkartılan iskeletlere dayanır. Bu gömülerin çoğu hocker tarzında (büzülmüş gömüt) çocuk ya da yeni doğmuş bebeklere ait gömülerdir. Bataklık ve tatlı su yakınında yerleşme, Tunç Çağı Troyalılarının sıtmayla iç içe yaşamalarına neden olmuştur. Tepenin hemen üstünde kurulan Troia’nın İlk Tunç Çağı insanları, genelde oldukça sert esen rüzgarı, sıtmayı taşıyan sivrisinekleri yerleşmeden uzak tuttuğu için, bir tür avantaj olarak değerlendirilmiş olabilirler.
Bize göre, yukarıda sıraladığımız o dönemin kültürel koşulları göz önüne alındığında İlk Tunç Çağı Troya’sının bir “kent” olup olmadığı sorusu çok anlamlı bir sorudur. Schliemann kazılarından, yeni dönem kazılarına kadar elde edilen sonuçlarla birlikte, kale ve savunması olan bir aşağı yerleşmeyi de göz önüne getirdiğimizde verebileceğimiz yanıt evettir. Troya İÖ 2 bin 500’lü yıllardan itibaren bir kenttir artık.*
ÇALIŞMA,
ARAŞTIRMA, DÜŞÜNME, TARTIŞMA…
Yukarıdaki bilgiler yeterli olmayabilir, araştırınız…
Yukarıdaki bilgiler yeterli olmayabilir, araştırınız…
1. Dilsiz
harita üzerine, metinde geçen yer adlarını ve
coğrafya ile ilgili tüm isimleri işleyiniz.
2. Yukarıdaki
resimler arasında tarihsel açıdan belge
niteliğinde olabilecek eser veya eserler var mıdır? Ayrıca Yukarıdaki
resimler arasında arkeolojik belge var mıdır?
3. İda
Dağları tarihte hangi özelliği ile öne çıkmıştır? Araştırınız.
4. Troya
neden bu kadar ünlüdür?
5. İlkçağda
Troya’yı Troya yapan fiziki koşulları metinden incelediniz. Bütün bunlar bir kentin yükselmesi için
yeterli koşullar olabilir mi?
6. TEMEL
SORU: Troya’yı diğer kültür ve uygarlıklardan ayıran temel farkları, Troya’ya
özgü olanları bulup, araştırıp, yazınız.
7. Schliemann’ın Troya’yı buluş
öyküsünü araştırıp yazınız.
8. Troya’ya ait bilgileri hangi tür
kaynaklardan elde etmekteyiz. Örnekler veriniz.
9. Yazar, “Troya’ya dair elimizde çok
yeterli bilgi yok” diyor. Neden böyle söylemiş olabilir?
10. Troya uygarlığını doğuran koşullar nelerdi?
11. Bıraktıkları kalıntıların niteliği bu
uygarlık hakkında bize neler söylemektedir?
12. Troya hazinesinin sahibi kimdir?
13. Troya neden bu kadar ünlüdür?
........................
*Benzer tartışma Çatalhöyük için de var.
*Benzer tartışma Çatalhöyük için de var.
Çatalhöyük; köy müdür, kent midir?
EK 1
ayrıca bkz.
Troya Hazineleri'nin 150 yıllık yolculuğu, 2011: http://www.arkitera.com/haber/408/troya-hazinelerinin-150-yillik-yolculuguSadece Troya ile ilgili bir site: http://cerhas.uc.edu/troy/
Truva atı görseliyle ilgili şu linke bkz. http://special.lib.gla.ac.uk/exhibns/month/mar2009.html
1 yorum:
İçinde Truva hazinesiyle ilgili ek okuma parçası var.
Yorum Gönder