13 Ekim 2019

Birinci Dünya Savaşı: Savaş, Cepheler, Okuma Parçaları ve Sorular

Dilara Kahyaoğlu
2011-2019
Birinci Dünya Savaşı (WWI) 
Nedenler, Savaş ve Sonuçlar
Satirik haritada devletlerin Birinci Dünya Savaşı başındaki konum ve yaklaşımları gösterilmiş.


Franz Ferdinand Suikasti
Savaş bu olayla başladı.
Savaşı tetikleyen kıvılcım...
A. NEDENLER

Birinci Dünya ya da Birinci Paylaşım Savaşı olarak adlandırılan bu insanlık tarihinin en trajik olaylardan birinin öne çıkmış nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

a) Sömürgecilik: ekonomik ve siyasi yayılma (emperyalizm) ve bu durumun yarattığı rekabet ve çatışmalar… bkz. https://tarihegitimi.blogspot.com/2016/01/somurgecilik-uzerine-calsma.html

b) Büyük güçler ittifakı ve bağlantılar sistemi: Bloklaşma ( bölgesel ve tarihi çatışmalar, siyasi ve ekonomik rekabet, milliyetçilik, düşmanlık vb. nedeniyle bir araya gelen güçler…)

c) Silahlanma yarışı (Alman donanmasının hızla geliştirilmesi ve Almanların muazzam silah yatırımı diğerlerini de harekete geçirdi, İngiltere donanmasını yeniledi vb.)

d) Milliyetçilik
(Panslav-Pangermen rekabeti, Sırp milliyetçiliği, İtalyan milliyetçiliği, Fransız milliyetçiliği, Alman milliyetçiliği)  Bkz. Zihin Haritası
Krupp silah fabrikasında I. Dünya Savaşı sırasında üretim yapılıyor



Okuma Parçası: 1 
I. Dünya Savaşı Öncesinde Milliyetçilik, Irkçılık ve Militarizm
Bu sürecin temel taşlarından birini de aşırı milliyetçilik oluşturdu. Fransız Devrimi ideolojisinin temel İlkelerinden biri olan milliyetçilik, imparatorluklarda yaşayan çeşitli etnik unsurları etkiledi ve bu unsurların ayaklanarak ulus-devletlerini kurmalarını tetikledi. Ancak 20. yüzyılla birlikte Büyük Avrupa Devletlerinde yeni milliyetçilik adı verilen akımlar ortaya çıktı. Bu akımların en önemli özelliği, devletin gücünün arttırılması, itibarının yükseltilmesi, yayılmacılığına gerekli ideolojik desteğin verilmesi ve kamuoyunun manipüle edilerek hükumetler üzerinde baskı kurulması anlayışına dayanmasıydı. Almanya’da Pangermanistler, Rusya’da Panslavistler, Fransa’da intikamcılar, İtalya’da i(irredentizm: Bir devletin, kendi sınırına yakın yaşayan soydaşlarının oturduğu bölgeleri ilhak etme politikasıdır) ve İngiltere’de de imparatorlukçular yaptıkları yayınlarla ve kurdukları derneklerle ülkelerinin politikalarını etkilemeye çalıştılar.

Alman sömürgecilik politikasının temel kaynaklarından biri olan Pangermanizm, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun yeniden kurulması, Almanya’nın üstün devlet, Almanların da üstün ırk tezlerine dayanmaktaydı. Pangermanistler bu amaçlarını gerçekleştirmek için 1891’de Berlin’de Pangermanistler Birliğini kurdular. Bu birliğin Alman ekonomik ve politik çevrelerinde etkili üyeleri vardı. Birliğin ideologlarından biri olan Ernst Hasse, 1905 yılında yayımladığı Weltpolitik (Dünya Politikası) adlı kitabında Alman yayılmacılığıyla ırkçılık arasında doğrudan bir ilişki kurdu. Ernest Hasse, yayılmacılığı, “sağlam ve canlı bir mekanizmanın gelişmesi için zorunlu bir aşama” olarak gördü. Bu yayılmacılığın da “üstün ırkların yararına ve yaşama yeteneğinde olmayan aşağı ırkların zararına” gerçekleşeceğini savundu.

Rusya’da yönetici elit tarafından desteklenen Panslavist akım, Doğu Avrupa’da ve Balkanlarda yaşayan Slavların birliğini öngörmekteydi. Bu siyasi akım, Rusya’nın 1904-1905 savaşında Japonya’ya yenilmesi ve 1907 İngiltere-Rusya arasında yapılan antlaşmadan sonra tekrar canlandırıldı.

Panslavistler, Moskova’da yaptıkları kongrede, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarında yaşayan Slavları da içeren bir Slav birliğinin kurulmasını ve Almanya’nın isteklerine nasıl karşı konulabileceğini tartıştılar.

Fransa’nın 1870’de Almanya’ya ağır bir şekilde yenilerek Alcase-Lorraine’i kaybetmesi, bu ülkede adeta ulusal bir travma yarattı. Bu tarihten sonra Fransa’ya eski gücünün ve itibarının kazandırılması, Almanya’dan intikam alınması ve sözü edilen yerlerin tekrar Fransız egemenliğine sokulması gibi arayışlar, milliyetçi bir eğilim olarak ortaya çıkmıştı. General Boulanger adlı eski bir asker intikamcılığın sembolü oldu. Genellikle sağ partilerin desteklediği bu akım, 1904 İngiliz-Fransız Antlaşması’ndan sonra bazı sol partilerin de desteklediği bir akım haline geldi.

20. yüzyılın başında yeni bir milliyetçilik hareketi başlatan İtalyan milliyetçileri yalnız Avusturya-Macaristan boyunduruğu altında yaşayan İtalyanca konuşan halkların kurtarılmasıyla yetinilmemesini, aynı zamanda yeni pazarların, yeni hammadde kaynaklarının bulunmasını ve göçmenlerin yerleştirilebileceği bakir toprakların elde edilmesini savunmaya başlamışlardı.

İngiliz milliyetçiliği ise sömürgeciliği haklı göstermek için “İngiliz halkının yeryüzündeki görevi”, “İngiliz ırkının üstünlüğü” gibi temaları işledi.

Güney Afrika’daki Boer Savaşı, bazı kimselerde milliyetçilik ateşini düşürdü. Fakat Almanya’nın denizlere açılma isteği, savaş öncesindeki milliyetçilik ve sömürgecilik duygularını yeniden kamçıladı.

Yukarıda kısaca açıklanmaya çalışılan milliyetçilikler arasındaki rekabet, ekonomik ve mali çıkarlarla daha da körüklendi. 1889-1914 yılları arasında sosyalist hareketin önemli kuruluşu olarak görülen II. Enternasyonel de dünyayı savaşa sürükleyen saldırgan milliyetçiliği önlemede başarısız oldu.


II. Enternasyonal: Tam adı Uluslararası İşçi Derneği olan oluşum, ilk kez 1864’te Marx ve Engels’in liderliğinde kuruldu (I. Enternasyonal). Paris Komünü’nden sonra dağıldı. 1889’da yeniden açıldı. Bu dönemde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin etkisi altında kaldı ve Marksizm’i reformist bir anlayışla uygulamaya çalıştı. 1907 ve 1912’de yapılan kurultaylarında militarizmi mahkûm etti ve silahlanmaya karşı bir tutum takındı. Ancak etkili olamadı ve bölündü.

Savaşın çıkmasını körükleyen etkenlerden biri de dinsel ve kültürel yayılmaydı. Diğer bir deyişle kültür emperyalizmiydi. Sömürgeci devletler, kültürlerini ve dinsel inançlarını sömürdükleri bölgelere taşıyarak, siyasal ve ekonomik yayılmalarını pekiştirdiler. Katolik ve Protestan misyonerleri Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Uzakdoğu’nun en ücra köşelerine kadar giderek Hristiyanlık öğretisini yaydılar. Misyonerlerin temel hedefi, yerli halkları Hıristiyanlık öğretisi ve Avrupa medeniyeti çerçevesinde tepeden tırnağa değiştirmekti. 20. yüzyılın başında bin misyoner, çeşitli kuruluşların çatısı altında örgütlenerek dil, eğitim, inanç, sosyal yaşam, ahlak başta olmak üzere kültürün çeşitli alanlarında “medeniyet transferi” gerçekleştirmeye çalıştı. 1913’e gelindiğinde Katolik misyonerler iki milyon, Protestanlar ise 1.600.000 Afrikalıyı Hıristiyanlaştırmışlardı. Hatta sömürgeleştirilmiş toplumlarda yerli halktan Avrupa uygarlığının üstünlüğünü savunan seçkinler grubu oluşturmayı başarmışlardı. Bu topluluğun Hıristiyanlığın ve Avrupa uygarlığının yayılmasında, aracı bir rol oynadığı bilinmektir.  (kaynak: Siyasi Tarih, AÖF Yayınları, 2012)

B. SAVAŞ
Harita 1

Karael örgütünde ayin sırasında
kullanılan haç.
Blokları karşı karşıya getiren uluslararası krizlerin çıkması ve bu krizleri sona erdirici etkin çözümler bulunamaması büyük bir savaşın kapıda olduğunu göstermişti. Savaş Kara El örgütü üyesi Gavrilo Princip isimli bir Sırp milliyetçisinin askeri manevraları denetlemek üzere Bosna’da bulunan Avusturya veliaht prensi Franz Ferdinand’la karısını öldürmesi üzerine Avusturya Macaristan bu işten sorumlu tuttuğu, diğer yandan da dersini vermek için fırsat aradığı Sırbistan’a savaş açtı. Avusturya-Macaristan’ı n 28 Temmuz 1914’te Belgrat’ı bombardıman etmesinden kısa bir süre sonra İtilaf ve İttifak Devletleri karşılıklı olarak birbirlerine savaş ilan ettiler.


Harita 2
Batı Cephesi 
Tıklayarak büyütünüz

Schlieffen Planı'na ait haritalar Batı cephesini değil, Alman planlarını göstermektedir.
Karıştırmayalım.


Harita 3
Schlieffen Planı 
(Okunuşu Şilifin)
Almanlar bu planı gerçekleştirememiştir.
Bunun nedeni hiç hesapta olmayan bir şekilde Belçika'nın direnişi
ve İngiliz takviye kuvvetlerinin büyük bir gizlilik içinde bölgeye yerleştirilmesidir.
Bu taktikler Fransız ordusuna cepheyi kuşatma ve yerleşme zamanını sağladı.


Batı Cephesi
Alman Ordusu daha önce hazırlanan Schlieffen Planı uyarınca Fransa’yı ele geçirmek üzere harekete geçti. Fransız-İngiliz kuvvetleri Alman Ordusu’na karşı koydu. En şiddetli çarpışmalar Verdun ve Somme’da oldu. Verdun Savaşı Birinci Dünya Savaşının en kanlı çarpışmalarından biri olarak tarihe geçti. Bir yıla yakın süren savaşın sonucunda Fransızlar burada 377 bin, Almanlar ise 337 bin kayıp vermişlerdir. Her iki taraf da Marne Cephesi’nde ağır kayıplar verdiler. Savaş bu andan itibaren siper savaşına döndü iki taraf da cephenin daha ileri kaydırılması konusunda bir şey yapamadılar ve ordular uzun yıllar kendi siperlerine çakılı olarak kaldı. (“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” – bkz. Erich Maria Remarque’ın romanı)
1916 yılında Somme siperlerinde..

OKUMA PARÇASI: 2
Batı Cephesinde Hayatın Bir Yüzü
Batı cephesi Fransa, Hollanda ve Belçika’yı içine alan uzun bir cephedir. İlk şiddetli çarpışmaların ardından siperlere çekilen askerler aylarca cephenin birçok noktasında tek bir kurşun atmadan karşılıklı olarak o korkunç siperlerde yaşadılar. National Geographic'in I. Dünya Savaşını anlattığı belgeselde İngiliz General Lord Edward Gleichen şöyle bir anısını anlatır:
"Siperleri dolaşırken bir askere 'hiç Alman vurma fırsatın oldu mu? diye sordum. Bana siper duvarının üstünden sık sık başını çıkaran kel, uzun sakallı yaşlıca bir beyefendi gördüğünü söyledi. 'Peki onu neden vurmadın?' dedim. Asker hayret etti. 'Vurmak mı? Ama komutanım, adamın bana hiçbir zararı olmadı ki!' "
Alman eri August Bader'de günlüğüne şunları yazmış:
Bir gün siperde yemek pişirirken karşı taraftan bir Fransız "ben de gelip yiyebilir miyim?" diye seslendi. Davet ettik, yemeğini yedi sonra da biraz kestirdi ve teşekkür ederek siperine döndü. Sonraki günlerde de kendisini yemeğe davet ettik. Yemek saatlerinde iki taraf arasında gidip gelenler çok olurdu, karşılıklı ikramlarda bulunulur, şarap ve sigara içilir, kağıt oynanırdı. Sonra birbirimize şans dileyip siperlere dönerdik. Yemek saatlerinde asla saldırıda bulunulmazdı ama bu durum, cephede savaşanların doğrusu bu olmalı diye düşünerek kendi kendilerine geliştirdikleri bir davranıştı.
Kraliyet erlerinden J.D. Hills de şöyle yazmış:
"Alman siperlerinden atılmış bir taşa bağlı şöyle bir mesaj aldık: 'size bir 40 pounder atacağız (kastettiği 120 mm'lik top mermisi). Yapmamız emredildi ama yapmak istemiyoruz. Bu akşam atmadan önce siper alabilmeniz için sizi ıslıkla uyaracağız.' ve aynen dedikleri gibi de oldu."
Bu durumu keşfeden iki tarafın kurmayları bu yaşa ve yaşat duygusunu kırmak için siper baskınları emri vermeye başlar. Silah arkadaşlarını kaybeden askerler artık karşı tarafı dost olarak göremez hale gelince, savaş nihayet savaşa benzemeye başlamış...
(https://eksisozluk.com/bati-cephesinde-yeni-bir-sey-yok/ventolin, sayfasından yararlanarak tarafımdan kurgulanmıştır. DK)
Alman askerleri savaşa gidiyor
Kullanılan gazlar (özellikle klor ve hardal gazı) yüzünden kör olmuş/yaralanmış İngiliz askerleri.
Kimyasal silahlar sınıfına giren bu türden gazların savaşlarda kullanılması daha sonra yasaklandı.
Ama buna rağmen kullanıldığı çok sayıda olay biliyoruz (ör: Halepçe 1988). 
Otto Dix'in tablosundaki gaz maskeli askerler, bu savaşın ayırt edici özelliğini vurguluyor.
Doğu Cephesi
Tanenberg savaşından sonra esir düşen Rus askerleri

Batı Cephesi’nde planlarını gerçekleştiremeyen Almanya, Doğu Cephesi’nde Tannenberg savaşlarında Rusya’yı ağır bir yenilgiye uğrattı. Böylece hem Doğu Prusya kurtarıldı hem de Rus Ordusu’nun kuzey grubunun savaşma gücü önemli ölçüde çökertildi. Dahası Galiçya Cephesi’nde zor durumda bulunan Avusturya-Macaristan Ordusu rahatlatıldı. Ancak çok kısa bir süre sonra Eylül ayının başlarında takviye edilmiş Rus güçleri Galiçya’da Avusturya-Macaristan güçlerini bozguna uğrattı. Bunun üzerine Avusturya-Macaristan Genelkurmay Başkanı bir savunma hattı oluşturulması emretti. Alman Genelkurmayı bu gelişme üzerine yeni bir ordu yapılandırarak Avusturya-Macaristan’ın yardımına koştu. Bu ordu Ekim ve Kasım aylarında Rus güçleriyle yaptığı savaşlarda başarılar kazandı. Avusturya-Macaristan Sırbistan’ın başkentini bombardıman etmesine rağmen 11 Ağustos’a kadar geniş bir saldırı başlatmadı. Bu tarihte yapılan saldırıda ise Sırp güçleri karşısında başarısız oldular. Ancak daha sonra takviye edilmiş Avusturya-Macaristan Ordusu önce Belgrad’ı ele geçirmiş ise de Sırp güçlerinin karşı saldırısı sonucu geri vermek zorunda kalmıştır. Doğu ve Batı cephelerindeki savaş yıpratma amaçlı saldırılarla sürdürüldü.
Harita 4
Doğu Cephesi

Harita Rus-İttifak Devletleri ileri cephelerini ve Rus Devrimi (1917) sırasındaki sınırları gösteriyor.
Çanakkale de Doğu Cephesinden sayıldığı için o da haritada belirtilmiş.

Avusturya-Macaristan Devleti ele geçirdiği Sırp yerleşimlerinde cezalandırma eylemi
olarak sivil halkı idam etmiştir.
Uzakdoğu’da Japonya’nın Faaliyetleri
Savaş Uzakdoğu’yu da etkiledi. Japonya büyük bir güce dönüşmek istediğinden bu savaşı fırsat olarak gördü. Nitekim Almanya’ya bir ültimatom vererek Almanya’nın Çin’deki donanmasını geri çekmesini ve Kiacohow’u kendisine vermesini istedi. İstediği cevabı alamayan Japonya, 23 Ağustos’ta Almanya’ya savaş açtı ve kısa sürede Alman sömürgelerini işgal etti. Çin üzerinde de çok önemli imtiyazlara sahip oldu.

Deniz Savaşları
Savaş denizlerde de sürdürüldü. Alman denizaltıları çok sayıda İngiliz gemisini batırdı. Pasifik ve Güney Atlantik’te iki tarafın donanmaları karşı karşıya geldiler ve ağır kayıplar vermekten kurtulamadılar. Almanya’ya ait Goeben ve Breslau Kruvazörleri Akdeniz’de bir dizi savaş aktivitesinden sonra İngiliz gemilerinin takibinden kaçarak 11 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı’nı geçerek Osmanlı’ya sığındı. Akdeniz’de İngiliz ve Fransız donanmaları üstünlüğü ele geçirdi. (Çanakkale deniz ve kara savaşlarına bir sonraki konuda değinilecektir)
Harita 5
Savaşan devletlerin filoları ve ana deniz üsleri 1914
Ayrıntılı görmek için linke tıklayınız.

Savaşın Temel Özellikleri, Diğer Savaşlardan Farkı

Bu savaş adı üstünde bir dünya savaşıdır. Savaş kısa sürede Avrupa’dan Uzakdoğu’ya doğru hızla yayılmış, dünyanın hemen her yerinde dört yıl boyunca çeşitli güçler birbiriyle savaşmış, insanlar bu kadar büyük çapta bir savaşa ilk kez tanık olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda yeni silahlar (makineli tüfekler) ve gazlar da (klor ve hardal gazı) kullanılmış ama gaz maskeleri kullanılarak gazın etkisi azaltılmıştır. Tank, uçak, uçak savar, sabit ve hareketli toplar gibi gelişmiş savaş araçlarından da yararlanılmıştır. Kilometrelerce uzunluğundaki siperler ise hiç şüphesiz bu savaşın temel karakteristiğidir.
Somme savaşının yapıldığı  siperlerle dolu yerler; 100 yıl sonra bile hala delik deşik.. 
"Savaş Tarlaları"
Avrupa’da Savaşın Yayılması
İtalya savaş başladığında İttifak blokuna üye olmasına rağmen yükümlülüklerinden kaçarak 3 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etti. Temel amacı daha fazla toprak vaat edenlerin safında savaşmaktı. İtalya, eski bağlaşıkları içinde en fazla anlaşmazlık halinde olduğu Avusturya-Macaristan’a 20 Mayıs 1915’te, Ağustos 1915’te de Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. İtalya silah ve cephane açısından savaşa hazır olmamasına rağmen Avusturya-Macaristan sınırında saldırı başlattı. Ancak başarılı olamadı.

Almanya ve Avusturya-Macaristan karayolundan Osmanlı İmparatorluğu’na yardım edebilmek için tek yol olan Bulgaristan’ı yanlarına çekmek ve savaşa girmesini sağlamak için toprak vaadinde bulundular. İki ülkenin Bulgaristan’a vaat ettikleri ve esasında Bulgaristan’ın çok istediği yerler, bu ülkenin İkinci Balkan Savaşı’nda Romanya’ya kaybettiği Dobruca, Yunanistan’a kaptırdığı Kavala ve Serez ile Sırbistan’a kaybettiği Makedonya bölgesiydi. Bulgaristan amacına ulaşmak için Almanya ve Avusturya-Macaristan’la 6 Eylül 1915’te imzaladığı antlaşma uyarınca Sırbistan’a savaş ilan etmek durumundaydı. Bulgaristan 12 Ekim 1915’te Sırbistan’a karşı savaşa girdi. Sırbistan kuzeyde ve güneyden iki cepheli savaşın içinde kaldı. İngiltere ve Fransa, Yunanistan’ın tarafsızlığına aldırmayarak Sırbistan’a yardım etmek amacı ile Selanik’e asker çıkardılarsa da bu ülkeyi Avusturya-Macaristan’ın işgalinden kurtaramadılar.
Başka bir satirik haritada I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa devletlerinin siyasi duruşları gösterilmiş


Savaşın genişlemesi sürecinde açıklanması gereken noktalardan biri de Yunanistan’ın savaşa katılmasıdır. Savaş başladığında Alman İmparatoru II. Wilhelm’in eniştesi olan Kral Konstantin’le İtilaf Devletleri yanlısı Başbakan Venizelos arasında bir rekabet yaşandı. İtilaf Devletleri Venizelos’a Anadolu’da toprak vaat ederek savaşa girmesini istediler. Kral tarafından Başbakanlıktan uzaklaştırılan Venizelos, Selanik’te bir ayaklanma çıkartarak ayrı bir hükümet kurdu. İngiliz-Fransız birlikleri Atina’ya girdi ve Kralı tahttan indirerek oğlu Aleksandr’ı başa geçirdiler. Yeni dönemde tekrar başbakanlığa getirilen Venizelos, 26 Haziran 1917’de İttifak Devletleri’ne savaş açtı. Böylece Balkanlarda savaşın alanı daha da genişledi. Savaşın ilk anlarında tarafsız kalan Osmanlı İmparatorluğu, yakın dönemde kaybettiği toprakları geri almak başta olmak üzere bir dizi gerekçeyle Almanya’nın safında savaşa girdi (bir sonraki konuda ayrıntılı işlenecektir).

Savaşın Sonunu Etkileyen Nedenler
Savaşın gidişatını değiştiren temel iki etken, Rusya’da devrim olması (bkz. Okuma Parçası) ve ABD’nin birtakım çıkarlarını koruma adına savaşa dâhil olmasıdır. ABD’nin savaşa girmesi, savaşın İtilaf Devletleri’nin lehine dönmesine yol açtı.

Savaş başladığında ABD, Avrupa sorunlarından uzak kalma politikasını (Monroe Doktrini) sürdürdü ve tarafsızlığını ilan etti. Fakat kamuoyunun İngiliz-Fransız liderliğindeki İtilaf güçlerine karşı büyük sempatisi vardı. Savaş sırasında Alman denizaltılarının ABD gemilerini batırması Amerikan kamuoyunun öfkesini arttırmıştı. İngiliz propagandasının etkisiyle de savaşın müttefik demokrasileri ile Alman militarizmi arasında geçeceği algısına kapılmıştı. Bu ülkenin İtilaf güçlerine (İngiltere ve Fransa başta olmak üzere) sattığı malzemenin bedelinin büyük miktarlara ulaşması savaş ekonomisi lobisini de harekete geçirmişti. Washington’un savaşa girme kararı aldığı Nisan 1917’de ABD’de 1,5 milyar dolarlık müttefik devletlere ait savaş bonosu satılmıştı. Dolayasıyla hem borçların tahsil edilmesi hem de savaş bonolarının geri ödenmesi için İngiliz ve Fransız güçlerinin galip gelmesi zorunluluk halini almıştı.

Ayrıca Başkan Woodrow Wilson, ABD’nin dünya güç politikasında etkin rol oynamasını ve savaş sonunda yeni bir dünya düzeninin kurulmasını savunagelmişti. İşte bu noktada ekonomik ve stratejik hesaplar ABD’nin İtilaf güçleri yanında savaşa girmesi beklentisini oluşturmuştu. Yukarıda da açıkladığımız gibi Alman denizaltılarının ABD’nin bazı ticari ve yolcu gemilerini torpillemesi ABD Başkanı’na olağanüstü fırsatlar verdi. Özellikle Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Şubat 1917’de sınırsız denizaltı savaşını başlattığını açıklaması, Başkan Wilson’u harekete geçirdi. Ayrıca bu sırada Alman Dışişleri Bakanı Zimmermann’ın Washington’daki Alman Büyükelçisi Bernstorff’a yolladığı 17 Ocak 1917 tarihli şifre-telgrafın İngiliz istihbaratı tarafından ele geçirilmesi Amerikalıların büyük tepkisine yol açtı. Almanya bu şifre-telgrafta, Meksika’nın ABD’ye savaş açması halinde bu ülkeye maddi destek sağlamayı ve Teksas, New Mexico ile Arizona’yı elde etmesine yardımcı olacağını belirtmişti. Ayrıca Japonya, Meksika ve Almanya’nın Amerika’ya karşı bir ittifak kurmaları gerektiği de açıklanmıştı. Başkan Wilson, Almanya ile diplomatik ilişkilerin kesildiğini duyurdu. ABD Kongresi 2 Nisan’da Wilson’un Almanya’ya karşı savaşa girilmesi talebini tartıştı ve 6 Nisan’da da bu talebi onayladığını belirtti. Böylece ABD, İtilaf Devletlerinin safında savaşa dâhil oldu.

Savaşın sonucunu etkileyen nedenleri düşünürken şunu da unutmamak lazım: Savaş dünyanın yeniden paylaşılması için çıkmıştı en büyük sömürgelere sahip olan İngiltere gerek hammadde gerekse savaşacak insanlar açısından (Anzaklar, Hintliler vb) sömürgelerinden yararlandı. Almanya’nın görece sınırlı kaynakları tükenirken İngiltere sömürgelerinden aldığı destekle çok daha iyi durumdaydı. Bu nedenle savaşın uzun sürmesi İngiltere’nin daha avantajlı duruma geçmesine neden oldu.
Anzaklar, Çanakkale Savaşı'nda

Savaşın sona erdirilerek taraflar arasında barışın kurulması yönünde ilk girişim, 1916 yılının hemen başında ABD Başkanı Woodrow Wilson’dan geldi. Taraflar içinde bulunulan koşullar nedeniyle bu öneriyi gerçekçi bulmadılar. Avusturya- Macaristan, savaştan çok yıprandığını görünce 1916 yılının sonlarında savaştan çekilmek istediyse de Almanya tarafından engellendi. Bu kez Almanya 12 Aralık 1916’da lehine bazı koşullar öne sürerek savaşın sona erdirilmesi ve barışın kurulması fikrini ortaya attı. Almanya’nın önerisi İtilaf Bloku’nda karşılık bulmadı. ABD Başkanı Wilson’un 18 Aralık 1916’da başlattığı yeni girişime, İtilaf Devletleri 10 Ocak 1917’de bazı koşullar öne sürerek cevap verdiler. Ancak bu girişim de başarısızlıkla sonuçlandı ve taraflar savaşmaya devam ettiler. Rusya, 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra savaştan çekilerek İttifak Devletleri’yle Brest-Litovsk Antlaşmasını imzaladı. ABD Başkanı Wilson da, savaşın sona erdirilmesinden sonra kurulacak barışın esaslarını içeren ilkelerini yayımladı. 1918’de savaş İttifak Devletlerinin aleyhine döndü. Art arda cephelerde yenilgi alan İttifak Devletleri ateşkes istemek zorunda kaldılar. Dört yıl süren savaş Kasım 1918’de fiilen sona erdi.

Wilson İlkeleri

ABD Başkanı Wilson tarafından 8 Ocak 1918 günlü Kongre toplantısında okunan ve tarihe Wilson prensipleri diye geçen Birinci Dünya Savaşı’na ilişkin ondört maddelik Amerikan savaş amaçları bildirisi özetle şöyledir:

Madde 1. Barış görüşmeleri kamuoyuna açık olarak yapılmalı ve görüşmeler sonunda varılacak antlaşmanın hükümleri de yine açık olmalıdır. Gizli antlaşmalara son verilmelidir.
Madde 2. Denizlerin, karasuları dışında kalan bölümleri, uluslararası antlaşmaların gerektirdiği özel durumlar dışında savaşta ve barışta herkesin özgür ve serbest kullanımına açık olmalıdır.
Madde 3. Ekonomik engeller olabildiğince kaldırılmalı, ticaret serbestisi ve fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
Madde 4. Ulusların silahlanması, iç güvenliğin gerektirdiği en alt düzeylerde olmalı, bu konuda yeterli garantilerin verilmesi sağlanmalıdır.
Madde 5. Tüm sömürgecilik savları, ilgili halkların çıkarlarını ve egemenlik istemlerini dikkate alacak biçimde eşitlikçi ve hakkaniyete uygun düzenlemelere tabi tutulmalıdır.
Madde 6. İşgal altındaki Rus toprakları boşaltılarak, Ruslara kendi kurumlarını seçme hakkının tanınması sağlanmalı ve onlara istedikleri/gereksinim duydukları her türlü yardım yapılmalıdır.
Madde 7. Belçika toprakları boşaltılmalı ve bu devletin ulusal egemenliği yeniden kurulmalıdır.
Madde 8. 1871’de Almanya’ya geçen Alsace-Lorainne, Fransa’ya iade edilmelidir.
Madde 9. İtalya’nın sınırları ulusal esaslara göre yeniden çizilmelidir.
Madde 10. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içindeki halkların özerk gelişmeleri sağlanmalıdır.
Madde 11. Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı, Sırbistan’ın denize çıkışı sağlanmalıdır. Tarihsel savları ve ulusal bağları dikkate alınarak çizilecek sınırları içinde Balkan devletlerinin dostça ilişkiler kurmaları sağlanmalı, siyasi ve ekonomik bağımsızlıkları ile toprak bütünlükleri uluslararası güvence altına alınmalıdır.
Madde 12. Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hale getirilmelidir.
Madde 13. Polonyalıların yaşadığı topraklarda, denize açılımı olan, siyasal ve ekonomik bağımsızlığı ile toprak bütünlüğü uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınmış bir Polonya Devleti kurulmalıdır.
Madde 14. Özel antlaşmalarla, küçük, büyük tüm devletlerin siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak güvence altına alacak bir uluslar birliği kurulmalıdır.


OKUMA PARÇASI: 3 
Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Sosyalizmin ilk Kez iktidara Gelişi
Rusya’daki 1905 İhtilâli’nden sonra toplumsal hareketler durulmamıştı. 19. yüzyılın sonlarından itibaren güçlenen sosyalist hareket, dünya savaşının dayattığı açlık ve sefalet nedeniyle daha da etkili olmaya başlamıştı. Orduyu takviye etmek amacıyla çok sayıda çiftçinin askere alınması tarım üretimini azaltmıştı. Köylerdeki sınıf farklılaşması keskinleşmiş, proletarya güçlenmiş ve en önemlisi de savaş ülkedeki çelişkileri hızlı bir biçimde arttırmıştı. Rejim reform yapma gücünü kaybetmişti. Güvenlik güçleri halkın gıda malzemesi bulmak için yaptığı gösterileri şiddetle bastırmaktan çekinmedi. Halkın öfkesi Çarlık rejimine yönelmişti. İngiliz ve Fransız donanmasının Boğazlardan geçerek bu ülkeye yardım ulaştıramaması çelişkileri daha da arttırdı. Ordunun savaşma kapasitesi çökmüştü. Birçok asker savaşacak silaha sahip değildi ve açlığın pençesinde kıvrandı. Sadece 1916-1917 kışında bir milyondan fazla asker cepheden kaçtı. St. Petersburg Garnizonu’nun 10 Mart 1917’de [eski takvime göre şubattır bu nedenle Şubat Devrimi diye bilinir] grevcilere ve yiyecek isteyen göstericilere ateş açma emrine uymaması, devrime giden süreci başlattı. Cephe ziyaretinde bulunan Çar II. Nikola, duruma müdahale etmek üzere St Petersburg’a dönmek istemişse de, generallerin baskısıyla tahttan feragat etmek zorunda kaldı.

Bu kararın Rusya Meclisi’ne (Duma’ya) ulaşmasından sonra 15 Mart’ta geçici bir hükümet kuruldu. Ancak bu hükumetin otoritesi güçlü değildi ve tüm Rusya’ya yaygınlaşmadı. Ülke genelinde İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti [Kurul demek] egemendi. Yeni hükümet, savaşa devam kararı aldı. Ancak ordudaki disiplin son gelişmeler üzerine iyiden iyiye yok olmuş, disiplini sağlamaya çalışan subaylar ise askerleri tarafından öldürülmeye başlanmıştı. Sosyalistlerin en ucunda yer olan Bolşevikler, Sovyetleri kontrolleri altına alarak ülkeye yeni bir biçim vermeye çalıştılar. Savaşı bir an önce sona erdirmeyi, çiftçiye toprak dağıtmayı hedeflediler. Alman gizli servisi İsviçre’de sürgünde bulunan Bolşevik lider Vlademir İlyiç Lenin ve bir grup sosyalistin Rusya’ya dönmesine yardımcı oldu. Alman Genelkurmayı da, Doğu Cephesi’ndeki askerî hareketleri durdurarak Rusya Ordusu’nun çözülmesini sağlamaya çalıştı. Rusya yeni bir döneme kapı araladı. Lenin’in liderliğindeki Bolşevikler, 1917 yılı Nisan ayı ortalarından itibaren St. Petersburg başta olmak üzere kontrolü ele geçirdiler. Mayıs 1917’de sosyalistlerin çoğunlukta olduğu yeni bir hükümet kuruldu. Hükümette etkili olan Savunma Bakanı Alexander Kerensky, Rus olmayan Kafkas, Fin, Kazak ve Sibirya asıllı askerlerden oluşturulan 200 bin kişilik yeni bir ordu oluşturdu. Brusilov’un komuta ettiği bu ordu, Galiçya’da Alman, Avusturya- Macaristan ve Osmanlı birliklerinden oluşturulan kuvvetle çarpıştı. Rus Ordusu ağır bir yenilgi aldı ve Eylül 1917’de dağıldı. Savunma Bakanı Kerensky Moskova’ya kaçtı. Lenin ve diğer Bolşevikler, hükümetin otoritesinin kaybolmasını ve ülkenin bunalıma sürüklenmesini iyi değerlendirerek yönetimi ele geçirdiler.
Sadece dünya savaşının gidişatını değil, 20. yüzyılın da seyrini değiştiren Ekim Devrimi’ni gerçekleştirdiler. Bolşevikler, “ulusların kendi kaderlerini tayin etme, barış, toprak, ekmek” ilkeleriyle iktidara gelmişlerdi. Bolşeviklerin savaşa bakışları ve analizleri farklıydı. Devrim’in lideri Lenin’e göre savaşa tekelci kapitalizmin yayılmacı güdüsü neden olmuştu ve özünde kendine karşı da yıkıcı olan bu güç, bizzat kapitalizmin çöküşüne de yol açacaktı. Bolşeviklerin temel beklentisi, emperyalist rekabetin yerini, yeni işçi sınıfı devletleri arasında oluşacak uluslararası dayanışmanın almasıydı. Böylelikle kalıcı barış sağlanacaktı. Bolşevikler, Avrupa’daki devrimci gücü harekete geçirmek üzere Kasım 1917’de bir barış bildirgesi yayınladılar. Bu bildirgeyle tazminat olmaksızın kalıcı bir barış antlaşmasının yapılmasını istediklerini ilan ettiler. Ardında da Çarlık Rusya’sının yaptığı gizli antlaşmaları açıkladılar.
Bolşeviklerin ilhak ve tazminatın kalkması ile Avrupa içinde ve dışında ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının uygulanması ilkeleri, İttifak Devletleri tarafından İtilaf Devletlerinin de kabul etmesi koşuluyla benimsendi. Ancak İtilaf Devletleri bu ilkeleri kabul etmediler. Lenin, yeni rejimi korumak ve kökleştirmek amacıyla Almanya’nın başını çektiği İttifak Devletleri’yle diplomatik görüşmeler başlattı. Bolşevik Hükümet, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ile 2 Aralık 1917’de Brest-Litovsk’ta görüşmeler yaptı. Öncelikle taraflar arasındaki görüşmelerden sonra 15 Aralık 1917’de ateşkes imzalandı. Ardından da 3 Mart 1918’de taraflar arasında Brest-Litovsk Barış Antlaşması kabul edildi. Böylece Rusya tamamen savaştan çekildi.
Bu Antlaşmayla Polonya, Baltık devletleri (Letonya, Estonya, Litvanya), Ukrayna, Finlandiya ve Kafkasya Almanya’nın uydusu haline geldi. Rusya, Çarlık dönemi topraklarının üçte birinden fazlasını, tarım topraklarının üçte birini, demir ve kömür endüstrisinin %80’ini kaybetti. İtilaf Devletlerinin Bolşevik rejimi yıkmaya yönelik çabaları sonuç vermedi. Meydana gelen iç savaşın ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) resmen kuruldu. (Kaynak: Siyasi Tarih, AÖF Yayınları, 2012)
Harita 6:  Brest Litovsk'a göre Rusya'nın kaybettiği topraklar
Mavi bölgeyi Almanya, Kırmızı bölgeyi Avusturya-Macaristan, Yeşil bölgeyi Osmanlı devleti alıyor.
Ama savaşın sonunda İttifak devletleri kaybettiği için nihai olarak sonuç böyle olmayacak.
C. Savaş Bitti: Konferanslar, Antlaşmalar ve Genel Sonuçlar

Paris Barış Konferansı
Birinci Dünya Savaşı 1918’in sonbaharında sona erdirildiğinde cevabı merak edilen pek çok soru vardı. Uluslararası sistemin nasıl kurulacağı, barışın sürekliliğini sağlamak için hangi mekanizmaların inşa edileceği ve yıkılan imparatorluklardan (Rus Çarlığı, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları) arta kalan siyasi boşluğun nasıl doldurulacağı, bu sorulardan sadece birkaç tanesiydi. Tarafların ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 8 Ocak 1918’de Kongre’de yaptığı konuşmada ilan ettiği 14 ilkenin ışığında barış yapıp yapmayacakları kuşkuluydu. Zira bu ilkeler, İtilaf Devletlerinin gizli savaş hedeflerini ve paylaşım isteklerini revize etmelerini zorunlu kılmıştı. Fransız Başbakanı Clemenceau ve İngiliz meslektaşı Llyod George kendilerine sorulmadan ilan edilen “liberal bir barışı” öngören bu ilkelerden hoşnut kalmamışlardı. Dahası üç lider arasında savaş sonrası düzen konusunda ortak bir görüş mevcut değildi.

Paris Barış Konferansı, 1815 Viyana Kongresi’nden beri yaşanan en önemli barış yapma süreci olacaktı. Konferans’ta ele alınacak başlıca konular, barış antlaşmaları yapmak ve uluslararası sistemi yeniden şekillendirmekti. Büyük umutların ve karmaşanın bir arada yaşandığı bir ortamda, davet edilen 32 ülkenin 70’i aşkın temsilcisi (çeşitli konularda uzmanlar, sekretarya ve mütercimler hariç) 1919 yılının Ocak ayının ilk günlerinde Paris’te toplanmaya başlamışlardı.

İngiliz, Fransız, ABD ve İtalyan delegasyon başkanları Fransız Dışişleri Bakanlığı “Quai d’Orsay’de” bir araya gelerek yöntem sorunlarını tartıştıkları bir hazırlık toplantısı yapmışlardı. Konferans, bütün hayatını Almanya’ya duyduğu öfke içinde geçiren Fransız Başbakanı Clemenceau’nun ısrarı sonucu 18 Ocak 1919’da (tam 48 yıl önce Alman İmparatorluğu’nun kuruluşunun yıl dönümünde) Versailles Sarayı’nın ünlü Aynalı Salonu’nda başladı. Katılan devletlerin çoğu İttifak Devletlerine savaş ilan etmiş ya da sembolik bir jest olarak savaşa katılmışlardı. Bu devletler, savaşın kazanılmasında çok etkili olmamakla birlikte, barışın kurulmasında eşit rol oynama arzularını açığa çıkarmışlardı.

Büyük devletlerin temsilcileri (ABD, İngiltere, Fransa, Japonya, İtalya) hem bu küçük devletlerin arzularını boşa çıkarmak hem de tartışmaların uzamasını engelleyerek hızla karar alabilmek için “On’lar Konseyi”ni oluşturdular. On’lar Konseyi ise ABD, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japon Başbakanı (ABD’ninki devlet başkanı) ile Dışişleri Bakanlarından oluşacaktı ve Konferans’ın temel organı görevini görecekti. Büyük devletler, On’lar Konseyinin çalışmalarının hızlı ilerleyememesi nedeniyle Japonya’nın devreden çıkarılmasına ve sadece Başbakanlar ile ABD başkanından oluşan “Dörtler Konseyi”nin kurulmasına karar verdi.

Konferans’ta ilk olarak ele alınacak konunun ne olacağı tartışma konusuydu. Ev sahibi durumunda olan Fransa, Almanya’dan intikam alınmasını ve bir daha kıpırdamamasını sağlayacak koşullar içeren bir barış antlaşmasının hazırlanmasını ve gündemin ilk sırasına konulmasını arzulamıştı. ABD Başkanı Wilson ise önceliğin kurulacak uluslararası düzenin en önemli aracı olacak olan “Milletler Cemiyeti”nin kurulmasına verilmesini istemişti.

Milletler Cemiyeti (Cemiyeti Akvam)
Paris Barış Konferansı'nın 25 Ocak 1919'da yapılan toplantısında; uluslararası barışı ve güveni sağlayacak ve devam ettirecek bir Milletler Cemiyeti kurulmasına karar verildi. Bu kararı yerine getirmek için bir komisyon kuruldu. Komisyonun hazırladığı sözleşme 28 Nisan 1919 tarihinde Konferans Genel Kurulu'nda kabul edildi ve böylece Milletler Cemiyeti kurulmuş oldu.

20 yıl süreyle dünya milletlerine hizmet veren bu cemiyet tüm çabalara rağmen II. Dünya Savaşı'nın çıkmasını engelleyemedi. Savaş sonrası 18 Nisan 1946'da Cenevre'de toplanan konferans, XXI. Genel Kurul Toplantısıyla cemiyetin dağılmasına karar verdi. Yerini Birleşmiş Milletler aldı.

ABD Senatosunun Kasım 1919’da ve Mart 1920’de Versailles Antlaşması’nı onaylamaması, Milletler Cemiyetinin daha başta “sakat” doğmasına neden oldu. Yepyeni bir çağ başlatmak isteyen Wilson hayal kırıklığına uğradı. Büyük umutlarla kurulan Milletler Cemiyeti istenileni veremedi. Bu örgütün en önemli zayıflığı ABD’nin ve Sovyetler Birliği’nin olmamasıydı. ABD, Senatosu cemiyetin kuruluş hükümlerini de (Milletler Cemiyeti Anayasasını) onaylamamıştı. Öte yandan Doğu Avrupa’daki sınırlar Sovyet Hükûmeti’ni çok yakından ilgilendirmesine rağmen bu hükûmete danışılmadan çizildi. Bununla birlikte Cemiyet, Polonya ile Almanya arasında çatışma konusu olan Yukarı Silezya, Finlandiya ile İsveç arasında gerginlik yaratan Aland Adaları sorununun arabuluculuk girişimleriyle çözülmesini başardı. Milletler Cemiyetinin birkaç başarılı çalışmasına rağmen, uluslararası barış ve güvenliği koruma alanında başarılı olamadığı yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Esasen savaşın galibi olan devletlerin yönetiminde olan Cemiyet II. Dünya Savaşı’nı engellemede de yetersiz kalmıştır.

Milletler Cemiyeti'nin müzakere edildiği dönemde Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde varlık gösterebilecek bir siyasi durumu yoktu. Cemiyet kurulduğunda Kurtuluş Savaşı devam ediyordu. 14 Kasım 1922'de İsmet Paşa Lozan Konferansı'nda bir açıklama yaparak barış antlaşması sonrasında Türkiye'nin Cemiyet'e üye olmaktan memnun olacağını ifade etmiştir. Ancak Musul sorununun devam etmesi nedeniyle Türkiye üye olmamış, bu sorunla ilgili olarak Cemiyet'in verdiği karar da Cemiyet'e karşı olumsuz düşüncelerin artmasına yol açmıştır. Ancak gene de Türkiye Milletler Cemiyeti'nin konferanslarına ve silahsızlanma komisyonuna katılmış, teknik ve insani etkinliklerine ilgi göstermiştir. Türkiye MC'ye daha sonra üye olmuştur (18 Temmuz 1932).
Harita 7
Milletler Cemiyeti'ne üye olan ve olmayan devletler
Turuncu renkte olan yerler manda yönetimi altındaki bölgelerdir


Manda Sistemi
I. Dünya Savaşı'ndan sonra, eski Osmanlı ve Alman topraklarının bazıları üzerindeki yönetim yetkilerinin, Milletler Cemiyeti'nin belirlediği koşullar çerçevesinde, üye devletlerden biri tarafından kullanılmasına dayanan rejim.

Manda kavramı ilk kez 1919'da toplanan Paris Barış Konferansı'nda gündeme geldi ve 28 Haziran 1919'da imzalanan Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'nin 22.ci maddesinde resmen tanımlandı.

Dünya siyasal tarihinde Birinci Dünya Savaşın’dan (1914-1918) sonra kullanılmaya başlayan bu terim kelime anlamı olarak Latince “Mandatum”, Fransızca “Manda” kelimelerinden gelmekte olup özellikle Vekâlet anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Devletler hukukuna göre manda altında bulunan devlet bağımsızlığı kısıtlı devletlerden sayılırdı.

Manda projesinin temelinde, I. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ve Almanya'dan ayrılan ve Avrupa dışında kalan bölgelerin yönetimi sorunu yatıyordu. Dünya kamuoyunda sömürgeciliğe duyulan tepki nedeniyle, bu ülkelerin doğrudan doğruya galip devletlerarasında paylaşılması uygun görülmedi. Ayrıca barış konferansında etkin olan ABD, sömürgeci sistemin genişletilmesine karşı idi.

Savaştan galip çıkan itilaf Devletleri, Almanya’dan ve Osmanlı Devletinden kopan sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin kendilerini yönetecek bir gelişme düzeyinde bulunmadıkları gerekçesiyle buralarda manda rejimi uygulama yoluna gittiler.

Buna göre mandater sıfatını taşıyan devletler Milletler Cemiyeti'yle yapacakları antlaşmalarda öngörülen koşullar çerçevesinde bağımsızlık koşullarını hazırlamak üzere vesayet görevini yerine getireceklerdi. Manda rejimi, Daimi Manda Yönetimleri Komisyonu'nun yönlendiriciliği ve yardımıyla, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin gözetimi altında yürütülecekti. Komisyon, çoğunluğu mandater olmayan devletlerin yurttaşlarından seçilmiş 10 kişiden oluşmaktaydı. Manda altındaki ülkelerde yaşayanlara, Milletler Cemiyeti'ne dilekçeyle başvurma hakkı tanınmakla birlikte bu hak mandater devlet hükumeti aracılığıyla ve onun onayı alınarak kullanılabiliyordu. Komisyonun mandater devletler üzerindeki denetim yetkisi, gerçek anlamda bir yaptırım gücünün olmaması nedeniyle sınırlıydı.

Milletler Cemiyeti’nin getirdiği manda rejimi, coğrafi konumlarıyla siyasal ve ekonomi gelişmişlik düzeylerine göre; A, B ve C olmak üzere üç farklı tipte mandanın kurulmasını öngörüyordu. A tipi manda rejimi, Osmanlı Devleti'nden ayrılan bazı topluluklara ilişkindi. Bunlar, bağımsız uluslar olarak tanınabilecek bir gelişme düzeyine erişmiş ülkelerdi; kendi kendilerini yönetecekleri olgunluğa erişecekleri aşamaya ulaşana değin yönetimlerine bir mandaterin tavsiye ve yardımları yol gösterici olacaktı, Mandaterin seçiminde, bu toplulukların istekleri temel bir koşul olarak göz önüne alınacaktı.

Nisan 1920'de gerçekleştirilen düzenlemeyle Irak, Filistin ve Ürdün İngiliz mandasına, Suriye ve Lübnan da Fransız mandasına girdi.

Milletler Cemiyeti döneminde yalnızca Irak, İngiltere'nin önerisi üzerine 1931’de bağımsızlığını kazandı. Suriye ve Lübnan'ın Fransa ile manda rejiminin sona erdirilmesi konusunda yaptığı antlaşmalar, ancak II. Dünya Savaşı sırasında onaylandı. Ürdün'deki manda rejimi 1946'da yapılan antlaşmayla sona erdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Kasım 1947'deki kararıyla ikiye ayrılan Filistin'in bir kesimi Ürdün'e bırakılırken, Yahudilerin yerleştiği topraklarda İsrail Devleti kuruldu.

Milletler Cemiyetinin öngördüğü B tipi manda rejimi Orta Afrika'daki eski Alman sömürgelerini kapsıyordu. Bu tip mandada, geniş yetkilerle donatılan mandater devlet yönetimi doğrudan doğruya üstüne alıyor­du. Mayıs 1919'daki düzenlemeyle bugün Tanzanya'nın bir parçası olan Tanganika İngiliz, Kamerun ve Togo'nun büyük bölü­mü Fransız, Ruanda-Urundi de (günümüz­de Ruanda ve Burundi) Belçika mandasına bırakıldı.

Eski Alman topraklan olan Güneybatı Afrika ve bazı Büyük Okyanus adaları için öngörülen C tipi manda rejiminde, manda­ter devletin yasalarının uygulanması ve yer­li halkların korunması koşuluyla söz konusu toprakların mandater devlete bağlanması il­kesi benimsendi. Bu düzenlemeye göre Gü­ney Afrika, Güneybatı Afrika'nın (bugün Namibia); Avustralya, Yeni Gine'nin ve Na­uru'nun (İngiltere ve Yeni Zelanda'yla bir­likte); Yeni Zelanda, Batı Samoa'nın; Ja­ponya da Ekvator'un kuzeyindeki Büyük Okyanus adalarının mandaterliğini üstlen­di. B ve C tipi manda rejimi 1946'da yerini Birleşmiş Milletler Vesayet Sistemi'ne bı­raktı.  Ana Kaynak: Ana Britannica, cilt 15, s: 267
Harita: 8
Savaşın başındaki ve sonundaki durum


ANTLAŞMALAR

Ateşkes Antlaşmaları
a- Bulgaristan'la, SELANİK ATEŞKESİ (29 Eylül 1918)
b- Avusturya - Macaristan İmparatorluğuyla, ViLLAOUISTE ATEŞKESi (4 Ekim 1918)
c- Osmanlı Devleti'yle, MONDROS ATEŞKESİ (30 Ekim 1918)
d- Almanya'yla, RETHANDES ATEŞKESİ (11 Kasım 1918)


Barış Antlaşmaları
1- VERSAY -ALMANYA (28 Haziran 1919)
a- 1871 'de aldığı Alsas-Loren bölgesini Fransa'ya verecek,
b- Yeni kurulan Çekoslovakya ve Polonya Devletlerine toprak vermiştir,
c- "Saar" havzası kömür madenlerini Fransa'ya vermiştir,
d- Avusturya'yla birleşmesi yasaklanmıştır,
e- Ordu ve donanması azaltılmış, silah sanayisi kurması yasaklanarak, askeri ve ekonomik sınırlama getirilmiştir.
f- Almanya tüm sömürgelerini kaybetmiştir. Almanya'nın Çin'deki ayrıcalıkları ve Büyük Okyanus'taki adaları Japonya'ya devredilmiştir. Afrika’daki diğer sömürgeleri İngiltere, Fransa ve Belçika arasında paylaşılmıştır.
2- SEN-GERMAN (SAİNT -GERMAİN) - AVUSTURYA (10 Eylül 1919)
a Avusturya - Macaristan İmparatorluğu parçalanmıştır,
b-Bu topraklar üzerinde Avusturya Cumhuriyeti, Macaristan Krallığı ve Çekoslovakya Cumhuriyeti kurulmuştur,
c- Avusturya; Macaristan ve Yugoslavya'nın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır.
-Bosna-Hersek Yugoslavya'ya,
-Bukoriva Romanya'ya
-Galiçya Polonya'ya,
-Güney Tirol ise İtalya’ya verilmiştir.
3- NÖYYi (NEUİLLY) - BULGARISTAN (27 Kasım 1919)
Bulgaristan, Batı Trakya ve Makedonya topraklarını Yunanistan ve Yugoslavya'ya bırakmıştır. Böylece Ege deniziyle bağlantısı kesilmiştir.

4- TRİYANON – MACARİSTAN (4 Haziran 1920)
a. Presburg bölgesini Çekoslovakya’ya,
b. Hırvatistan'ı Yugoslavya'ya,
c. Transilvanya'yı Romanya'ya,
d. Burgerlan'ı Avusturya'ya bırakmıştır.

5- SEVR - OSMANLI DEVLETİ (10 Ağustos 1920)
Osmanlı Devleti’ni parçalayan bir antlaşmadır ama hukuki geçerliliği yoktur (bir sonraki konuda değinilecektir).

6- LOZAN - TBMM - (24 Temmuz 1923)
Esas barış antlaşmasıdır. Yeni Türk Devleti'nin bağımsızlığı resmen kabul edilmiştir. (bir sonraki konuda değinilecektir).


I. DÜNYA SAVAŞININ GENEL SONUÇLARI

1. En önemli sonucu: Almanya'nın siyasi, ekonomik ve askeri açıdan koşulları ağır Versay Antlaşmasını imzalamasıdır. Çünkü
-Almanya'nın ağır kayıplar vermesi,
-İtalya’nın savaştan ayrılmasına rağmen isteklerine kavuşamaması,
-Savaş sonrası gerçek bir barışın kurulamayıp Milletler Cemiyeti'nin taraşı politika izlemesi
II. Dünya Savaşı'nın çıkmasına neden olmuştur.

2- İmparatorluklar yerini ulusal devletlere bırakırken, cumhuriyet rejimi de yaygınlık kazanmıştır.
a) Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağılmış yerine aynı topraklar üzerinde Avusturya, Macaristan, Yugoslavya ve Çekoslovakya devletleri kurulmuştur.
b) Polonya, Yugoslavya, Çekoslovakya Devletleri kurulmuştur. (yeni)
c) Almanya ve Avusturya'da krallık rejimi yerine Cumhuriyet rejimi ilan edilmiştir.

3- Rusya'da ilk kez sosyalist rejim kurulmuştur.

4- Savaştan en karlı çıkan devlet İngiltere olmuştur.

5- ABD savaştan ekonomisini güçlendirerek çıkmıştır.

6- Wilson ilkelerinden hareketle "Milletler Cemiyeti" kurulmuştur.

7- Sömürgeleşme politikası yön değiştirmiş, savaştan galip ayrılan sömürgeci devletler yenilen devletler üzerinde "Manda" yönetimleri oluşturarak sömürgelerini arttırmışlardır.



Tablo: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN MALİYETİ

Para Birimi: ABD Doları
İTİLAF DEVLETLERİ
İTTİFAK DEVLETLERİ
SEFERBER EDİLEN İNSAN SAYISI
42 Milyon
23 Milyon

KAYIPLAR
5 Milyon (toplam)
4 Milyon (toplam)
3 Milyon (Fransa+Rusya)
3 Milyon (Alm+Avst)

1 Milyon (Osm)
HARCAMALAR
145.4 Milyar
63 Milyar

TOPLAM
YARALI
21 Milyon
TAŞINIR VE TAŞINMAZ MALLARA VERİLEN ZARAR
30 Milyar
GEMİ VE YÜK KAYBI
6.8 Milyon
ÜRETİM KAYBI
45 Milyon
TARAFSIZLARIN KAYBI
1.8 Milyon
ACİL YARDIM İÇİN SAVAŞ SONRASI HARCANAN MİKTAR
1 Milyar

Kaynak: Ana Britannica, cilt 4; s:203


Tabloyu ben yaptım DK


ÇALIŞMA SORULARI

1. Savaşın nedenleri bölümünde 4 temel neden sıralanmıştır. Sizce bunlardan hangisi en önemlisidir? Görüşünüzü argüman kullanarak destekleyiniz.

2. Okuma parçası 1’i okuduktan sonra tartışın (kendi kendimize düşünmemizden, kafamızda tartışmamızdan bahsediliyor)… Şu anda buna benzer bir dünya var mı? Düşüncelerinizi örnekler kullanarak açıklayınız.

3. İlk haritayı (harita 1) inceleyin ve tüm cephelerle ilgili yazılanları okuyun… Şimdi de önemli gördüğünüz en az 5 tane saptamada da bulununuz.

4. Okuma parçası 2’yi okuyun. Burada anlatılanlar size gerçekçi geldi mi? Neden?

5. Savaş nasıl genişlemiş? Bu soruyu Bulgaristan, İtalya ve Yunanistan açısından inceleyiniz. Ve şu soruyu yanıtlamaya çalışın: Bu devletler neden savaşa girmiş, esas meseleleri nedir?

6. Şimdi de ABD açısından düşünün… Bu devlet neden savaşa girmiş? Savaşa giriş nedeni diğerlerinin savaşa giriş nedenine benziyor mu?

7. Wilson İlkeleri’nin maddelerini inceleyin… Bu metnin esas meselesi nedir? İlkelerin ruhu, özü şudur diye ifade edilebilecek bir şey aklınıza geliyor mu? Tartışın ve yazın…

8. Okuma parçası 3’ü okuyun. Buna göre eğer “Rusya böyle bir savaşın içinde olmasaydı devrim olabilir miydi”, sorusunu örneklerle yanıtlamaya çalışın.

9. Paris Barış Konferansı’nın tarihsel önemini açıklayınız.

10. Milletler Cemiyeti’nin Manda sistemi ile ilgili nasıl bir ilişkisi vardır? Yazınız.

11. Manda Sistemi için Yeni Sömürgecilik cümlesini kullanmak doğru bir ifade midir? Görüşünüzü örneklerle açıklayın.

12. Son haritayı (harita 8)  inceleyin. Neler değişmiş? Tek tek saptayarak yazınız.


Şu kaynaklara da bkz.

Somme Savaşı: Videolu Anlatım
https://tr.khanacademy.org/humanities/world-history/euro-hist/world-war-i-fighting/v/battles-of-verdun-somme-and-the-hindenburg-line

Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filminin analizi
https://sinemadatarih.blogspot.com/2017/12/garp-cephesinde-yeni-bir-sey-yok.html

I.Dünya Savaşı'nda Japonya'nın Faaliyetleri
https://tr.khanacademy.org/humanities/world-history/euro-hist/other-fronts-ww1/v/japan-in-world-war-i

Birinci Dünya Savaşı
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/11/birinci-dunya-savas.html

Millet ve Milliyetçilik Üzerine Okuma Listesi
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/09/millet-ve-milliyetcilik-uzerine-okuma.html

Kurşun Mühürlü Tren: Lenin, Almanların yardımıyla Rusya'ya geçiyor.
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/06/kursun-muhurlu-tren-lenin-9-nisan-1917.html

Ortadoğu'ya İlişkin Gizli Antlaşmalar
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2016/02/sykes-picot-ve-orta-doguya-iliskin.html

Siperlerde Hayat
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2015/11/ani-belge-siperlerde-hayat.html


Hiç yorum yok: