Dilara Kahyaoğlu
Şubat 2007
Hepimizi sevindiren ilk haberler
Ocak 2002 tarihinde gelmeye başlamıştı: Liselere ‘20. Yüzyıl Tarihi’
dersi konulacak... O sıralar liselerin dört yıla çıkarılması da tartışılıyordu
ve dersin hangi sınıfa konulacağına ise, liselerin 4 yıla çıkarılmasından sonra
karar verilecekti.
Yıllardan beri UNESCO, Avrupa
Tarih Öğretmenleri Birliği (EURO CLİO) Uluslararası Ders Kitapları Enstitüsü ve
benzeri kuruluşlarla işbirliği yaparak bölgesel seminerler düzenleyen, “Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi”
gibi bir projeyi TÜBA ile ortaklaşa yürüterek ders kitaplarının feci durumunu
kamuoyu ile paylaşan Tarih Vakfı, işte tam da bu haberler üzerine alternatif,
insan haklarına saygılı, tarihçilik mesleğinin gereğini yerine getiren,
pedagojik açıdan ince ince düşünülmüş, ezberlemeye değil üzerinde çalışma
yapmaya elverişli bir kitap yazma
projesini de gündeme getirdi. Kitap 2005 yılında piyasaya çıktı. Kitabın
yazarları Gökçen Alpkaya ve Faruk Alpkaya idi…
Maalesef tam o sıralar (Temmuz sonu 2005) yeni bir haber duyuldu. Bakan Hüseyin Çelik’in de onayladığı son
duruma göre “Çağdaş Tarih” sadece ve
sadece genel liselerin ‘sosyal bilimler’ alanı ile sosyal bilimler liselerinde
okutulacaktı. “Sosyal Bilimler” alanının
öğrenciler tarafından en az tercih edilen bir alan olduğunu, esas yığılmanın
“Türkçe-Matematik” alanında olduğunu hatırlatmak isterim. Verilen mesaj şuydu:
Bu dersi yani modern tarihi / yakın tarihi öğrenmeye sadece sosyal bilimler
alanında okuyan öğrencilerin hakkı ve ihtiyacı vardır. Gerisi ne olursa olsun;
nasıl olsa onlar mühendis olacak, doktor olacak ve yakın tarihlerini bilmeye,
bilinçli yurttaşlar olmaya hakları yok, ihtiyaçları da yok. Zaten onların böyle
şeylerle uğraşacak zamanları da olmayacak… Böyle mi? Ben bu karardan bu
sonuçları çıkartırım. Keşke Oğuz Atay’ı okusalardı. 15 eylül 2006 yılında
alınan karar gereğince bu dersin 2 saatlik seçmeli ders olarak konması da bu
durumu düzeltemez.[1] Çünkü gerek fen bilimleri
gerekse Türkçe-matematik alanı öğrencileri –öğretmenler de, idareciler de- ÖSS’yi de düşünerek kendi alanları dışında
seçmeli ders almak istemiyor, ayrıca kaç saatlik seçmeli ders hakları var ki…
Eğitimden sorumlu yönetici
kadrolar ve devlet içindeki çeşitli bürokrat ve görevliler yıllardan beri yakın
tarihin öğrenilmesinden bucak bucak kaçıyorlar. Neden? Yani erken sevinmiştik. Bu açığı TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük
derslerinin[2] sonuna koydukları yeni
konularla kapatacaklarını sanıyorlar ama bu mümkün değil ki… Dillere fazlasıyla
dolanarak pelesenk olmuş –içi boşaltılmış- “oluşturmacı sınıf ruhu”na uygun bir
şekilde, öğrencilerin; belgelerle, karşılaştırmalı tarih yöntemine uygun olarak
çalışmalarını istiyorsak eğer, bu haliyle, bu mümkün değil ki…
Bu alanla ilgili Tarih Vakfı’nın,
ondan önce de TUSİAD’ın çıkarttığı iki kaynak var elimizde. Ben sosyal bilimler
alanındaki öğrencilerimle kendi
bulduğumuz, öğrendiğimiz yöntemlerle “20
Yüzyılda Dünya ve Türkiye Tarihi” kitabını kaynak kitap olarak kullanıyorum. Bu
arada Tarih Vakfı bu kitap için daha çok uygulama örneklerini kapsayan yeni bir
öğretmen kitabı daha yazdırmaya karar verdi. İşte bu tecrübelerimizi birkaç
arkadaş bir araya getirdik ve bir öğretmen kitabı hazırladık. Onun da yakında
yayımlanacağını umuyoruz.
Ama dersin programı bile daha belli değilken ve en önemlisi
öğrencilerin hepsi “biz de bu dersi niye okumuyoruz” diye söylenirken, işe buruk başladığımız açık.
Öğrencilerim kitabı çok sevdi,
ilk defa böyle bir kitapları olduğunu söylüyorlar, sayfaları karıştırmaya,
resimlere bakmaya bayılıyorlar. Zaten derste de öyle çalışıyoruz. Yazdıkları
yazıların, yaptıkları kavram ve zihin
haritalarının burada tek tek örneğini vermek isterdim.
Bütün öğretmenler bilir ki;
ezberleme yaptırmıyorsanız, dersi anlatma ve dinleme dışına çıkarıp, gerçekten
analitik ve eleştirel bir yaklaşımla yapmaya çalışıyorsanız; zamana ihtiyacınız
var demektir.
Kısaca, “mış gibi” yapmak
istemiyorsak, insan haklarını özümsemiş, sorumlu, bilinçli, yakın ve uzak çevresindeki
sorunların farkında olan, katılımcı, müdahil, çözüm üreten yurttaşlar yetişsin
istiyorsak, bütün alanlarda “ortak ders”
olarak okutulmalı. Ama tarih disiplininin ruhuna, tarihçilik mesleğinin etik
ilke ve değerlerine, onuruna uygun olarak okutulmalı. Bilmem derdimi
anlatabildim mi?
Not: Bu yazı Tarih Vakfı'nın Eğitim Bülteni içinde yayımlanmıştı. (2007) Burada yer alan fikirler güncelliğinden bir şey kaybetmemiştir. Aradan geçen zamana rağmen değişen bir şey olmamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder